15 Aralık 2010 Çarşamba

Galatasaray'daki Futbolcuların Sözleşme Süreleri

15.12.2010 tarihi itibariyle futbolcuların sözleşme sürelerini derlemek istedim.

Yanında (*) işareti olan futbolcular ''yıldız futbolcu'' olduklarından, diğer oyuncularla yanyana yazmaya gönlüm elvermedi.

Ufuk Ceylan.................31 Mayıs 2014
Emirhan Ergün .............31 Mayıs 2011
Eray işcan....................31 Mayıs 2011

Aykut Erçetin..............31 Mayıs 2012*

Lucas Neill...................31 Mayıs 2011
Ali Turan.....................31 Mayıs 2013
Ahmet Kesim...............31 Mayıs 2013
Sinan Osmanoğlu...........31 Mayıs 2013
Semih Oğuz..................Tff sitesinde belirtilmemiş

Gökhan zan................. 31 Mayıs 2011*
Servet Çetin.................31 Mayıs 2012*

Emiliano Insua.............31 Mayıs 2011
Çağlar Birinci...............31 Mayıs 2013
Berk Neziroğluları..........31 Mayıs 2012
Emrah Yollu.................31 Mayıs 2011

Hakan Balta..................31 Mayıs 2013*

Serkan Kurtuluş.............31 Mayıs 2013
Sabri Sarıoğlu................31 Mayıs 2012
Yusuf Onur Arıkan..........31 Mayıs 2011
Çetin Güngör................31 mayıs 2011
(mayıs 2011 sonuna kadar Şanlıurfa'da kiralık)

Barış Özbek.................. 31 Mayıs 2011*
Ayhan Akman...............31 Mayıs 2012*
Mustafa Sarp.................31 Mayıs 2012*

Emre Yüksektepe...........Tff sitesinde belirtilmemiş
Lorik Cana.....................31 Mayıs 2014
Musa Çağıran.................31 Mayıs 2013
Cumhur Yılmaztürk..........31 Mayıs 2012
Emre Çolak....................31 Mayıs 2014
Misimoviç......................31 Mayıs 2014

Serdar Özkan.................31 Mayıs 2013*

Serdar Eylik..................31 mayıs 2013
(mayıs 2011 sonuna kadar Denizlispor'da kiralık)
Aydın yılmaz.................31 Mayıs 2013
Arda Turan...................31 Mayıs 2012
Berkin Kamil Arslan.........31 Mayıs 2012
Juan Pablo Pino.............31 Mayıs 2013
Harry Kewell.................31 Mayıs 2011
Caner Öztel...................31 Mayıs 2011
Mertan Caner Öztürk.....Tff sitesinde belirtilmemiş.

Milan Baros....................31 Mayıs 2013
Mehmet Batdal...............31 Mayıs 2013
Anıl Dilaver...................31 Mayıs 2011
İbrahim selen.................31 Mayıs 2013
Cem Sultan....................31 Mayıs 2011

Ahmet Topal..................31 Mayıs 2012
Berk Yıldız.....................31 Mayıs 2013
Melih Kartal...................31 Mayıs 2013

(kaynak: Türkiye Futbol federasyonu Resmi Sitesi)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Aslantepe'de İlk Tezahürat

Önceki blog yazımı yazarken aklıma gelmişti aslında ama unutmuşum. Sağolsun sözlük'te yazanlar olunca anımsadım.

Cumartesi sabahı bloga video eklerken duygulanmıştım. Akşam söyleseler keşke diye içimden geçiriyodum. Aptal olma, dedim kendi kendime, mutlaka söylerler; ama sahadakiler ve daha 1. dk dolmadan yediğimiz gol nedeniyle kısa sürdü.

Ben de diyorum ki şimdi; düdük çaldıktan hemen sonra klasik tezahürat girişinin sonrasında  ve maçın hemen öncesinde  uzun uzun, ama 1-2 dakika değil uzuuun uzuuuuun ''Seni Sevmeyen Ölsün'' diye söyleyelim.

Harbiden yapalım bir organizasyon... Duyuralım sağa sola. Zaten son zamanlarda moral filan kalmadı. Nasıl olsa çoğumuz açılış maçında olucaz. Elbette söylenecek bu tezahürat o gün ama, şöyle doya doya uzun uzun söyleyelim bu tezahüratı.

14 senenin anısına, rahmetli futbolcularımızın anısına, eski şampiyonlukların anısına; başkalarına nazire yaparcasına, sahadakilere ders verircesine söyleyelim Seni Sevmeyen Ölsün, diye...  

11 Aralık 2010 Cumartesi

İlk Aşk, İlk Maç, İlk Şampiyonluk

Sene 1987.

86-87 sezonunun sonu. Ali Sami Yen de ilk izlediğim maç
Galatasaray-Eskişehirspor.

Bu maçtan öncesini anlatayım biraz.

O zamanlar daha 6 yaşındayım. Pek öyle farkında değilim bazı şeylerin. Babam Galatasaraylı ya, ben de Galatasaraylıyım işte.

O sıralar mahallede ki arkadaşlar dalga geçiyorlar benimle, Galatasaray'la... Kötü takım diyorlar. Üzülüyorum tabi. Çocuksu kavgalar, laf atmalar...

Mahalle arasında, bazen arabaların geçtiği bir sokakta maç yapıyoruz. Ben küçüğüm ya, beni kaleci yapıyorlar. Kabul ediyorum hemen. Tamam, diyorum ben Simoviç olucam. Takımdan bir arkadaşa, sen de Prekazi ol, diyorum. Olmaz, diyor, sol ayaklı o, ben Uğur olucam! Saygıya bak.

Prekazi'nin sol ayağını kullandığını öğreniyorum, o cevaptan sonra... Pire - kazi'ye isminden dolayı hayranlık duyuyorduk hepimiz, ama onun sol ayağıyla top oynadığını öğrenince, hayranlığım biraz daha artmıştı. Hele ki, Monaco maçından sonra...

Neyse; birimiz Simoviç, birimiz Muhammed, birimiz Uğur, sonradan bir de İsmail giriyordu oyuna. Hırslanmalar, kavga etmeler, top bizim kaleye gelsin de kurtarış yapayım diye dua etmeler, gol yedikten sonra koşa koşa topu alıp, pas vermeler...

Benim kaleciliğim kötüydü. Simoviç olmak için yerlere atlıyordum sık sık ama pek başarılı değildim. O kadar gol yeyince kaleye başka arkadaş geçiyordu tabi. O kaleye geçince Simoviç artık benim, diyodu. Ama Olmaaaz! Hemen sorun çıkarıyordum. Simoviç bendim bi kere, ondan Simoviç olmazdı! Top oynamaktan ziyade bunun tartışmasını yapmıştık uzunca bir süre. Allahtan biri çözüm buldu da bizim Uğur, Hayrettin olmayı kabul etmişti. Ama içimden Uğur diyordum kendime, orası ayrı. Hatta akşama babaanneme, benim göbek adım Uğur olsun mu, diye sormuşluğum vardır. Amaç; bir sonraki maçta, benim göbek adım Uğur bi kere, tabi ki ben kendime Uğur diyebilirim, demek...

Kaleyi bıraksam da bacaklar kısa, yaş zaten 6. Bırak yeteneği, topa vuramıyorum. Kalecilikten başka top oynamam mümkün değil. Zaten arkadaşlar benden büyük 8 yaşındalar. Hayrettin de, Simoviç'ten iyi kaleci olmadığına göre, ben doğru kaleye tabi. Bütün çocukluğum kaleci olarak geçti bu yüzden.

O maçı kaybettiğimizi anımsıyorum. Her zamanki gibi dalga geçiyordu karşı takımdaki arkadaşlar...

Tam net hatırlamıyorum o gün müydü ama bu maçın üstüne bir akşam babam diyor ki, maça götürcem seni yarın. Bir seviniyorum, bir seviniyorum. İçim nasıl kıpır kıpır, tarifi yok. Mahalledeki arkadaşlarım daha önce hiç maça gitmemişler. Heyt beee, Simoviç maça gidicek...

Maç günü Ali Sami Yen'in etrafı çok kalabalık. Maçtan önce Küçük Simoviç'e bir forma alıyoruz. Stada giriyoruz, içerisi tıklım tıklım. Kimse oturmuyor, herkes ayakta. Ama benim için manzara süper. Babamın omuzlarındayım. Herkesin kafasının üstündeyim. Görüş açım mükemmele yakın. Sami Yen'i gelin gibi süslemişler, Ben dahil her yer, herkes Sarı Kırmızı...



Herkes bağırıyor Re Re Re Ra Ra Ra diye, şampiyon olacakmışız bu maçı kazanırsak. Bu maç Şampiyonluk maçıymış meğer. Derken, Prekazi takiyor frikikten. Herkes ayaklanıyor, tabi bizde... Birden herkesin sevinmesi, bağırması beni korkutuyor. Baba, diyorum, söyle şunlara gol atınca kalkmasınlar ayağa. Gülüyor tabi. İkinci yarı başlıyor, bir gol de Muhammet'ten. Yine korkuyorum herkes ayaklanınca. 6 yaşında çocuğun Sami Yen'de 35 bin kişinin bağırma sesinden korkmaması kolay mı? Yıllar sonra farkediyorum tabi. Sami Yen'de korkmanın 6 yaşla bir ilgisi yokmuş. Zamanın dünya kulübü Juventus gelmemek için türlü oyunlar oynayınca anladım, Sami Yen başka bir yermiş.

Maçta Galatasaray başka gol atmasın diye içimden geçiriyorum bu sırada ama çok geçmeden gol sesi geliyor Es-Es'ten. 2-1. Bu sefer kimse bağırmıyor ama biliyorum bu kötü bişey. Yanımdaki amca diyor ki: 14 senedir şampiyon olamıyoruz artık bu sene şampiyon olalım. İşin ciddiyetini o an anlıyorum. Hadi gol atalım demeye başlıyorum. Gol yersek şampiyon olamayız. Artık tribüne alışmışım. 3. kez korkmam diyorum kendi kendime ama morali bozulmuş taraftarın. Herkesin sustuğu bir anda, bu sefer ben bağırıyorum:

Re Re Re Ra Ra Ra...

Ve Şampiyonuz... 14 sene geçmiş son şampiyonluk üzerinden. Eve dönüyoruz. Taksiden iniyorum. Arkadaşlarım maç yapıyorlar. O dalga geçtikleri takım şampiyon olmuş. Gururla yürüyorum eve...

İlk gittiğim maç, Ali Sami Yen'de ilk gittiğim maç buydu. Bugün son maça gitmek için aylar öncesinden planımı yapmıştım bile. Tarak kemiğimdeki kırık yüzünden Antalya'dan Sami Yen'e gidemiyorum bugün. Keşke Sami Yen'e veda bu takımla olmasaydı, daha yakışıklı bir veda olabilseydi. Keşke ben de orada olabilseydim bugün. Seneler önceki o maçı düşününce bu ahvalde içim sızlıyo

İçimde bir burukluk var yeni stada geçerken. Sanki bir daha ne Juventus'u ne Milan'ı ne de Barcelona'yı yenemeyeceğiz.

İçimde öyle bir hüzün öyle bir umutsuzluk...

14 Kasım 2010 Pazar

Defansif Orta Saha: Lorik CANA


dk 0-15;

5 top çalma
1 faul

dk. 15-25;

1 top çalma
1 faul      
1 pas hatası

dk 25-30;

2 top çalma
1 faul

dk. 30-35;

1 top çalma

dk 45, ilk yarı itibariyle toplam;

9 top çalma
3 faul
1 pas hatası

dk. 45-50

2 top çalma
2 pas hatası

dk. 50-55

1 pas hatası
1 faul

dk.55-65

1 top çalma

dk. 65-75

1 top çalma (ancak hakem elle oynama karar verdi ve yanlış karardı.)
dk. 75 faul, Lorik Cana penaltıya sebebiyet verdi.
dk. 77 Lorik Cana oyundan alındı.

Maç sonu itibariyle Lorik Cana'nın toplam istatistikleri şöyle:

13 top çalma
5 faul
4 pas hatası

Naçizane maç sırasında bu istatistikleri tutmaya çalıştım. Maçı izlerken fazladan değil ama belki  -1 / -2  eksik yazmışımdır, bu da Cana'nın ne kadar iyi bir oyun çıkardığının kanıtı olsun.

Ayrıca kaç tane isabetli pas attığını sayamadım. Maç boyunca 4 tane pas hatası yaptı Lorik Cana. Ayhan ise daha ilk yarıda 4 tane pas hatası yaptı ve o yaptığı pas hatalarını A2 takım yapmıyor. Lorik Cana'nın pas hataları maç içerisinde olağan pas hataları idi. Herhalde maçı izleyen herkes bu dediğime katılır.

Bu hafta, namı diğer 16 numara, Mustafa Sarp kart cezalısı idi. Haftaya fırsatımız olursa bir de Sarp'ın, artık meşhur hale gelen, Gölge Savunma(!)sını takip edelim.

Lorik Cana penaltıya sebebiyet verdi. dk 75 ve maç 0-2 oldu. Evet maç içerisinde yaptığı en olumsuz hareket buydu. Türkiye'de 50-60 tane Lorik Cana bulacağını iddia eden Rıdvan Dilmen ve onun gibi yorumcu kılıklı budala cahillere de gündoğdu böylece. Kendisini ne takip ediyorum ne de izliyorum ama onun gibilerinin saçmalamalarının yankılarını duymamak imkansız. Artık ne söyler Lorik Cana için, midesi kaldırır mı onu cahilce eleştirmek için, nasılsa duyarız...

Sizleri bilmem ama suya sabuna dokunmadan, sinemada yer gösteren çocuklar gibi savunma yapan, en ufak olumlu hareketi olmadan maçı tamamlayan orta saha oyuncusu izlemektense, Lorik Cana gibi 10+ top çalma ile oynayan, sadece 4 tane pas hatası yapan bir adamı izlemeyi tercih ederim.

Penaltıya mı sebep olmuş. Varsın olsun. O kadar kusur kadı kızında da olur. Zaten şu ahvalde, problemimiz Lorik Cana'nın penaltısı hiç değil.

Takımın en büyük problemi bence gerçek bir Kaptan olmayışı.

Ayhan'ı saymıyorum kaptandan. Lviv maçı sonrası havaalanı çıkışında, kafayı uzatıp, sırıta sırıta ''Seyirci var mı, ,seyirci'' diye sorarak, zaten kişiliğini ve kaptanlık yeteneğini ispat etmişti.

Bir diğer kaptanımız da takım otobüsüne binmek yerine, yine Lviv maçı sonrası taksiyle evinin yolunu tutmuştu.

Allah Hagi'ye ve Tugay'a kolaylık, Galatasaray taraftarına sabır versin.

Benim de bir dileğim vardı o da kabul oldu.

Taraftar geç de olsa Servet ve Ayhan'ı ıslıkladı. Darısı Sarp, Barış ve Balta'ya.
Adnan'lar da istifaya davet edildi.

Bakalım Hagi'nin başını yemeden gidecek mi bu yönetim?
Umarım bu dileğim de kabul olur...          

26 Ekim 2010 Salı

Lucas Nails...

Savaşmak, defans yapmak nedir bu adamın ruhunda var...

Yeni bir deyiş türesin... Daha önce var mıdır yok mudur bilemedim. Pek de araştırmadan yazıyorum. Şimdiden affola...

Keşke böyle bir pankart olsa...

''Lucas! Nail It'' ya da ''Lucas Nails''

Meali;

Lucas Çivile; Lucas çiviler.. Çiviler diye çeviriyorum, ingilizce argodur ''nail'' kelimesi, bilen bilir, açıkça yazmayalım...Aklıma geldi, yazayım dedim.


Dün akşam o şut gol olsaydı bu deyiş de daha güzel bir anlam taşırdı...

Neyse,

Lucas'ın diğer rakip forvet oyuncularını çivilemesi dileğiyle...

23 Ekim 2010 Cumartesi

Servet'i Anladık Ama...


Sonunda sahada gözlerimizle gördüklerimizi onaylayan biri çıktı.
Artık taraftar emin olmuştur, takım içinde ve yönetimde dönen oyunlar hakkında..

Servet sezon başından beri orda burda konuşur olmuştu. İleride problem yaratması da muhtemeldi. Sağolsun kendisi bu olasılığı gerçekleştirdi. Eksik olmasın...

Peki takım içinde oluşan bu samimiyetsiz havanın sorumlusu kimdir?

Benim teşhisim Arda'ya kaptanlık verilmesidir.
Çünkü demeden önce, Arda'ya kaptanlım verilmesinin sebeplerine bakmak gerekli.

* Galatasaray'ın idolü olacak...
* İçimizden biri...
* Altyapı için mesaj: ''sizler de bir Arda Turan olabilirsiniz...''
* ''Arda gitmez ama aman Fener'e kaptırmayalım''
* ''Adnan Arda'yı Avrupa'ya satarken pazarlık payımız olur, kolay mı koskoca Galatasaray'ın kaptanını  
    veriyoruz'' (sonunda gülüşmeler, viski, puro) (tamam fazla uydurduk kafamızdan bu sonuncusunu...)

Çerçeve itibariyle hedeflenenler buydu. Evet çoğu gerçekleştirildi bunların...

Ancak oldukça küçük yaşta Galatasaray kaptanı olan Arda Turan bu takıma kaptanlık yapamadı. Milliyetçilik unuyla yoğrulmuş Arda'nın kişiliği de lider olmaya müsait değil kanımca. Arda Turan Hakan Balta'yı azarlayamaz, Servet'e de gerekli cevabı veremez.

Servet ki, hocasının üstüne yürüyen ondan hesap soran bir kişilik. Arda Turan'ı mı dinleyecek?

Hakan Balta ise dünyadan bihaber. Takım Avrupa'da final maçına çıksa bile Hakan Balta, malzemeci kadar önemesemez takımını, arkadaşlarını hatta kendisini...

Arda Turan müthiş bir yetenek olabilir ama zamanında Kewell da Baros da öyleydi... Bunu unutmamak lazım.

Yetenek kaptanlık yapmaya yeterli değildir. Öyle olsa Keita ya da Arda Turan'dan 2-3 gömlek daha yetenekli Gio Dos Santos kaptan olmalıydı... Yönetim bunu fena halde ıskaladı.

Geri dönüp bakınca Arda'nın kaptan yapılması, Servet Çetin de dahil olmak üzere Uğur Uçar ve bazı yerlilerin ile birkaç yabancının hoşnut olmadığı bir durumdu...

Umarım Arda saç kesmeyle kaptan olunmadığını öğrenmiştir bu yaşananlar ile. Takım içinde beraberlik havasını oluşturamayan Arda suçlu değildir ama en az kendisine kaptanlık verenler kadar hatalıdır. Takımda gerçek bir kaptan olsaydı Servet ve tayfası bu olup bitenleri muhtemelen yapamazdı.

Karpaty Lviv ile deplasmandaki maçta bir kare hatırımda kaldı. O gece üzüldüm ama çok belli  bir gerçek vardı ortada...

Tabloyu çizmeye çalışayım:

Ali Turan sağ bek. Sağ kanatta orta sahaya yakın, taç çizgisi kenarında rakip oyuncunun ayağı kafasına geldi. Çok önemli bir durum değildi. Hatta bizimki biraz da numara yaptı. Hakem lehimize faul kararı vermişti bile...

O pozisyonun devamında Ali Turan rakip oyuncu ile tartışmaya başladı. Birazcık elektriklenme... İşte o anda oraya anında ulaşan iki kişi gördüm. İlki Lorik Cana, ikincisi Lucas Neill... Pozisyon sağ kanatta idi Arda ise solda. Ama bu demek değildir ki böyle bir pozisyon olduğunda Arda oraya gelmeyecek.

Kıçıyla top tutan Volkan Demirel'in tereddüt etmeden kalesini terkedip, muharebeye girmesini düşününce Arda'nın neden iyi bir kaptan olamadığını herhalde anlarız...

Volkan'ı sevmeyiz biz Galatasaraylılar ama şöyle bir düşünürsek; odun da olsa, kıçıyla da top tutsa, bir ruh var o adamda...

Bu açından önümüzdeki zaman diliminde Hagi'nin takımdaki kaptanlar konusunda bir değişiklik yapmasını umuyorum ama Adnanlar buna izin vermeyeceklerdir...

Takım olamama olgusu ile bu samimiyetsiz havanın oluşmasında Arda ve dolaylı olarak Adnan Sezgin sorumlu.
Tabi bu demek değil ki Servet ve takımda onun gibi düşünenler doğru.

Ankaragücü maçında yapılanlar çok ahlaksızcaydı...

Şimdi beni meraklandıran tek bir şey var.

Arkadaşlarının mücadelesini bile umursamayarak takımını, hocasını sabote eden, hocasını sorgulayacak derecede kendini yeterli gören, egosu oldukça şişmiş, ekmek yediği yere ihanet eden, bu şerefli! Servet Çetin'i Galatasaray taraftarı Ali Sami Yen'de nasıl karşılayacak?

Yalandan Aslan UltrAslan daha önce takım kaptanını bile ıslıklamıştı. Islıkla protesto bu kadar moda olmuşken herhalde bilinçli taraftar bile artık ıslıklayacaktır 16 numarayı, Hakan Balta'yı, Servet Çetin'i...
Ama ya Rijkaard'ı ıslıklayanlar? Ya diğerleri?

Galatasaray taraftarının da ne kadar haysiyetli olduğunu göreceğiz ilk fırsatta....

20 Ekim 2010 Çarşamba

Dön Baba Dönelim, Fatih Terim!


Ne oldu? Aldınız mı cevabınızı? Plansız programsız iş yapmak neymiş iyi öğrenin!

Fatih Terim'e de helal olsun!
Son senelerde çok eleştiriliyordu. Ego'ydu şöyleydi böyleydi diye...

Zamanında demişti zaten ''Türkiye'de artık takım çalıştırmam'' diye.
Sözünün eriymiş, hani kullanıyoruz ya ''adam gibi adammış''Fatih Terim.

Birazcık öğrenin adam nasıl olunur. Önce televizyonlarda: ''Rijkaard ile mutlak olarak sözleşme uzatılacak. Bu sezon sonuna kadar Rijkaard ile beraberiz'' de, sonra da takımdan gönderin adamı...

Bakın da öğrenin. Adam olmak, özü sözü bir olmakla oluyor. Sizin gibi başkanlık koltuğuna oturunca değil.

Umarım Terim fikrini değiştirmez. Çünkü bu yönetime bir ders lazım.

Şu resimdekiler ve diğer saz arkadaşları da birbirlerine iyi sarılsın! Arkalarından teneke bağlanarak gönderilecek zamanı gelince. İşte o zaman sarılacak birilerine ihtiyaçları olacak.

Ezeli rakibinle yapacağın maç öncesi teknik adamı kovmak! Yerine adam bulamamak!..

Tarih sizleri kahkaha ile anımsayacak.

''Olmadı, teknik adamı kovarız Adnan sıkma canını''
Şark usülü ha?

Bu sefer sağlama kayaya çarptınız. Adı da Rijkaard idi...

İnsanları aptal yerine koymak neymiş göreceğiz bakalım.

Size de aşağıdaki hareketi yapan bulunur bir gün elbet...

İki gün sonra Tam Saha güzel bir röportaj yapar. O zaman görürsünüz  bu hareketi...

19 Ekim 2010 Salı

Yönetim! Hani Nerede Yeni Teknik Direktör?


Maçtan sonra çıktınız, açıklama yaptınız!
Ertesi gün toplandınız!
Güya kararlar aldınız!

Hani yeni teknik direktör?

Rijkaard'ı beğenmeyenlerden seç birini al takımın başına koy! Neyi bekliyorsunuz? 

Bak Bülent Korkmaz duruyor, yerli mi yerli. Al yanı başına Küçük(!) Hakan'ı...Olmadı bak büyüğünden var bi tane Hakan! Ne oldu Florya'nın yolunu mu unutmuşlar bunlar? Hadi desen gelirler değil mi? 

E hadi o zaman! Gelsinler...Gelsinler de takımdaki yeniçeriler bir an evvel çalışmaya başlasınlar...Moralleri yükselsin bu yerlilerin. Fener maçı yaklaşıyor.

 Huuu, size söylüyoruz yönetimdekiler!!!

Yahu yukarıdaki isimler olmazsa Sergen Yalçın var. Rijkaard'ın futbolu bilmediğini söyleyen var ya! Onu çağırın işte! Olmaz mı? Yahu Rıdvan Dilmen bile var. Hani kendini milli takıma teknik adam olarak uygun görüyordu ya kendini. Milli takımda çalışmaya yeterli adam Galatasaray'a mı az?

Yahu Hikmet Karaman, Abdullah Avcı ne güne duruyor. Olmadı Tolunay Kafkas var...
Ha siz Hagi'yi istiyosunuz. Tamam tamam!!!

İyi de bu adam kovulmamış mıydı daha önce?Ne diye çağırıyoruz şimdi? Bülent Korkmaz'ı yediğiniz gibi onu da mı yiyeceksiniz? Ama benden söylemesi Tugay yemez bu zokayı, adamsa yemez...

Sizin teknik direktör adayınız daha belli değilmiş anlaşılan...

İyi de ne diye ortalığı karıştırdınız ki?

Önce bir teknik adamla anlaşsaydınız bari. Tamam Rijkaard'ı beğenmiyosunuz anlaşıldı. Ama madem adamı göndereceksiniz, demezler mi adama, önce bir teknik adam bulsaydınız, plan program yapsaydınız, diye... 

Minareyi çalan kılıfını da hazırlarmış. Madem böyle bir halt yiyecektiniz, hem de Fener maçı öncesi...
Eh be o zaman şu işleri planlı programlı yapsaydınız ya!

Hani stadı, şirket birleşmesini, sponsorlar.... Bunları planlı yürütmüyor musunuz? O zaman nedir şimdi bu plansızlık?

Rijkaard'ın arkasındaydınız? Ne oldu?

Rijkaard'ın yanında olsaydınız daha iyi olmaz mıydı? Tuttunuz adamın arkasına geçtiniz...

Gelecek teknik adamın bari yanında olun arkasında değil. Yanında olun, omuz omuza göğüs gerin zorluklara.

Birinin arkasına geçmeyin! Bir gün başkaları da sizin arkanıza geçer, unutmayın!

17 Ekim 2010 Pazar

Şanslı Ama Bir Kısmı Gerizekalı!


Yıllar öncesine gidelim.

Yer Ali Sami Yen.

Rakip Real Madrid, Milan…

Bu takım ne maçlar çevirmişti...

Juventus İstanbul’a gelmemek için ne bahaneler yaratıyor ne Bizans oyunlarına başvuruyordu. Juventus zayıf takım değildi ama çekiniyordu bu taraftardan.

Anlaşılan taraftarın artık tek hatırladığı Uefa Kupası ve Fatih Terim. Taraftarlık unutulmuş...

Merak ediyorum acaba bu takımda 3.Fatih Terim Dönemi yaşansa ve her şey kötü gitse, o zaman taraftarın teknik direktör adayı Süper Kupa mı olacak?..

Bizler ne kadar yazarsak yazalım sistematik olarak çalışan ana akım medya’nın Rijkaard düşmanlığının önüne geçmek, taraftarı bilinçlendirmek neredeyse imkansız…

Taraftarımız aslında çok şanslı ama bir kısmı oldukça gerizekalı ve bu bir kısım gerizekalı taraftarla başarılar kazanmak çok zor.

Baros ikinci golü atmış, umutlar hala taze. 20-25 dakika var daha maçın bitimine. Tamam on kişi kalmışız ama bu Sarı-Kırmızı, bu Ali Sami Yen değil miydi Real Madrid, Milan ve daha nice önemli maçları kazanan? 

Ama taraftar ne yapıyor? Takımı ateşlemek yerine uyutucu türkülere devam ediyor. Teknik adamını istifaya davet ediyor. Çıkan oyuncusunu ıslıklıyor…

Galatasaray yönetimi/takımı ne yaparsa yapsın, dünyanın en iyi teknik direktörünü, en iyi oyuncularını da getirse, bu takım artık asla başarılı olamaz bu taraftarla. Eğer bir transfer gerekiyorsa, yapılması gereken transfer yeni bir taraftar grubudur.

UltrAslan artık Galatasaray’dan gitmelidir. Hem de Rijkaard’dan önce!

En azından Türk Telekom Arena’da gerizekalı bir taraftar profili gözükmesin, artık yeter!

16 Ekim 2010 Cumartesi

Türk Telekom Arena Açılış Maçı


Adnan Polat geçenlerde yapılan divan kurulu toplantısında yeni stadımız ve açılışıyla ilgili bazı bilgiler verdi, stadın açılmasından hemen sonra bazı sıkıntıların olabileceğini belirtti.

Türk Telekom Arena bilindiği üzere Ocak ayında hizmete girecek ama tam anlamıyla hazır olmayacak elbette. En basitinden stadın üstü açılır-kapanır olamayacak ilk zamanlarda. Daha sonraki bir dönemde gerçekleştirilecek.

Konuşması sırasında kulübün mali açıdan henüz düzlüğe çıkmadığını, nakit akışı konusunda bazı sıkıntıların halen devam ettiğini söyledi. Daha önce yapılan mali projelere göre stadın yapılması konusunda geç kalındığını bu yüzden kulübün amacının bir an evvel Aslantepe’de maçlara çıkıp, stadyum gelirlerinin artırılması üzerine olduğunu anlattı .

Bu konuşma sırasında önemli bir bilgi verdi. Stadın Ocak ayında hizmete sunulacağını ama açılış maçını ya da açılış organizasyonunu kastederek ''resmi açılışı ağustos ayında'' planlıyoruz dedi cümleleri arasında. Sanırım kulüp yönetimi görkemli bir açılış planlıyor ve bu açılışın yankısı sadece Türkiye sınırlarında olmayacak.

Hava şartlarının ülkemizde futbol oynamak için müsait olmadığı Ocak ayında, ses getirecek bir açılış organizasyonunun yapılması  pek olası değil aslında. Dünyadaki önemli takımlardan birinin soğuk havada, karda kışta hala bazı sorunları tam anlamıyla çözülmemiş bir stadyumda, açılış maçına çıkması için ikna edilmesi zaten zor olacaktır.

Blogda devam eden bir anket var ve çoğu kişi Barcelona’yı Aslantepe’de açılış maçında görmek istiyor. Ocak ayında Barcelona İstanbul’a gelmez. Para her kapıyı açar ama Barcelona kulübünü buna ikna etmek çok zor olsa gerek. İkna edilse bile Messi'yi, İniesta'yı izlemek mümkün olmaz. Olsa olsa Barcelona’nın B takımını izleriz. Adamlar ön eleme maçlarına bile yedek oyuncuları ile çıkıyorlar zaten.

Tüm bunlar olsa bile açılış maçına karda kışta gidecek taraftar sayısı da o stadı doldur(a)maz. Bunun yanında Aslantepe’ye bağlantı yolları, metro hattı gibi önemli sorunların da tam anlamıyla çözülmüş olacağını düşünmüyorum Ocak ayında.

Bu yüzden Adnan Polat’ın sözleri arasında yer alan ‘’Ağustos ayı’’ yönetimin doğru bir tercihi/projesi olarak ortaya çıkıyor. 

15 Ekim 2010 Cuma

Dünyanın En Şanslı Taraftarıdır Galatasaray Taraftarı!

Neden mi şanslıyız?

Yüzlerce binlerce;

Barçalı,
Madridli,
Manchesterlı,
Liverpoollu,
Münihli,
Milanlı,
Fenerli...

Görmüş müdür acep, an be an kendi stadlarının çimlendirilmesini, inşa edilmesini?

Benim bilgim dahilinde yok böylesi...

İşte bu yüzden pek şanslıyız.

Ey Galatasaraylılar!

Böyle bir fırsata sahip olduğumuz için tadını çıkarın!

14 Ekim 2010 Perşembe

Galatasaray - Türk Telekom 79-61; Savunmanın Üstadı Haluk Yıldırım

Beşiktaş ve Oyak Renault maçlarına gidemedim. Ama takımın seyirciye en ihtiyaç duyduğu maçta yerimi aldım kız arkadaşımla beraber. UltrAslan Antalya grubunun söylediğine göre, Beşiktaş maçına baya gelen olmuş. Ama bu maçta çok az kişi vardı. Tezahürat için 10 kişi ya vardık ya yoktuk. Salonda dağınık halde çok sayıda Galatasaraylı oturuyordu ama takımı desteklemeye niyeti pek yoktu gelenlerin.

Aslında taraftarın içinde o çoşku her daim vardır, ben buna inanıyorum, ama bunu ortaya çıkarmak lazım. Hani şu çekirdekçi tayfa dedikleri de bağırır takımı için. Fakat onları kanalize etmek lazım, özendirmek lazım tezahürata. Bu da Reis dedikleri bedava bilet alan, tinerci tayfasını yöneten paralı askerlerle olmaz.

Bir ara, küçük yaşta çocuğunu da alıp maça gelmiş, biraz yakınımızda oturan bir baba bile dayanamadı başladı tezahürata. Hatta o gaza getirdi 10 kişiyi ‘’aaaa cim bom bom’’ diye bağırmamız için…
Benim sesim ise hala kısık… Maçla ilgili bu yazıyı da bazı işlerim yüzünden geç yazmak zorunda kaldım. Biraz bayat bir haber oldu  tabi doğal olarak.

 Neyse…

Daha önce üniversitedeyken fakülte takımında oynamıştım. İşin özü basketbolu futboldan daha çok seviyorum ve hatta daha çok biliyorum. Bundan dolayı naçizane ahkam keseyim biraz.

Bizimkiler maça kötü başladı. İlk çeyreği de zaten geride kapattık. Sayı atmakta zorlandığımız gibi savunmada da çok iyi değildik. Savunma ribaundlarını bile alamayınca fark gitgide açılmaya başladı. Takımda ilk dikkatimi çeken, bizim takımın hücum gücüyle değil savunmasıyla bir şeyler başarabileceği. Aslında özellikle Avrupa basketbolunda savunma her şey demek. Ancak savunma ribaundu çok daha önemli. Bizimkiler savunmayı iyi yapıyorlar ama çemberden dönen topları alamadılar çoğunlukla.

Yılların tecrübesi Haluk Yıldırım. Bu adamı ortaokul 2. Sınıftayken sevmiştim. Hala daha basketbol oynuyor. Orhun Ene, Harun Erdenay ve Haluk Yıldırım bu üçlüyü çok seviyordum. Yıllar sonra bu üçlüden birini tekrar izleyebilmek ayrı bir mutluluktu kendi adıma.
İkinci periyotta savunmasıyla ön plana çıktı. O girdikten sonra savuma toparlandı. Ayakları hala hızlı. İkinci periyotta 3 saniye koridorunun biraz önünde içeri drive etmek isteyen rakip forvetten daha hızlı adım attığını gördüm . 41 yaşında bir basketbolcu için muhteşem bir savunma bunu belirtmek gerek. Haluk Yıldırım’ın bizim takımda olmasından dolayı çok mutluyum.Kendisi zamanında Ülker’de oynarken savunma anlamında çok iyi işler yapardı. Savunma ribaundlarını toplardı, Harun Erdenay kadar olmasa da top çalardı, hücumda çok top kullanmazdı ama kullandığında ise sayı bulurduk en ihtiyaç duyulduğu anlarda… Yine öyle oldu çok top kullanmadı.İki güzel asist yaptı. Hatırladığım kadarıyla iki top kaybı vardı. Ama Haluk’un getirisi daha fazlaydı. Hem son çeyrekte hem de ikinci çeyrekte savunmayı sertleştirdi ve maçı almamızı sağladı Gökseli Köksal ile birlikte.

Gökseli Köksal’ı çok beğendik. Kendisi süre aldığında savunmada iyi işler yaptı. Savunma anlamında ileride daha önemli işlere imza atacak gibi geldi bana. Maçın bitimine doğru attığı üçlük ile yaptığı savunmaya bir de cila ekledi.

Savunma görevi ağır basan diğer bir oyuncumuz Melih Mahmutoğlu. Performansı hücum anlamında iyi değildi. Hücumda sorumluluk almadı. Savunmada ise çok önemli bir anda bir top çalması vardı. Genç bir oyuncumuz. Umarım güzel bir kariyeri olur.

Kısalardan savunmada diğer etkili ismimiz ise Evren Bükerdi. Evren hücumda çok sorumluluk aldı. Tutku sahada yokken takımı oldukça iyi yönetti ama çok şansızdı. Attığı şutlardan neredeyse hiçbirini sayıya çeviremedi. İstatistiklere bakıp yazamayacağım şimdi, hatırımda böyle kaldı. Maçı koparan güzel bir top çalmasını belirtmem gerek. Kendisine sezon boyunca çok ihtiyaç duyacağız.
Ermal Kuqo ise bence maçın adamıydı. Son çeyrekte fark 3 sayıya kadar inmişti. 57-54.Sayı bulmakta zorluk çekerken Ermal içerden iyi oynadı, sorumluluk aldı. Hem savunmada hem de hücumda maçı koparmamızı o sağladı.

Caner Topaloğlu ‘nun da bu şutörlüğüne her zaman ihtiyacımız olacaktır. O da Ermal ve Rancik ile birlikte hücumda etkili oynadı. Kendisini pek seviyoruz.

Bu arada Telekom takımı ise hiç yabana atılacak bir takım değil. Yeniden yapılanmaya gidip takımı sil baştan kurmuşlar. Özellikle uzun oyuncuları oldukça etkili ve güçlü bize ribaund bırakmadılar. Yabancılarının yanında 

Rasim ve Yunus diye iki etkili oyuncusu var. Yunus oldukça iyi bir şutör, her attığı girdi nerdeyse. Bu çocuk iş yapar…
Tutku Açık’a da bizlere gönderdiği selamdan dolayı teşekkür edelim. Umarım kendisinin büyük bir sakatlığı yoktur. Ayağında bir çekme oldu galiba. Ama kafasının üstüne bir telekomlu oyuncu düşünce bir an korktuk…

Son olarak Rancik’ten bahsedelim. Kendisi maç sonunda Sabri’ye özendi. Bizlere üçlü çektirdi. Çok eğlenceli bir yabancı oyuncumuz var. Gülmek ona Harry Kewell kadar yakışıyor. Fırsatım olsa dövmelerinin anlamını sorardım.
Diğer oyuncularımızdan da bahsetmek lazım aslında ama yazıyı uzatmayalım. Takımda 3 yabancı oyuncumuz yoktu. Yabancılarımız da katılınca daha iyi bir takım olacağız görünen.  

Ha bu arada güzel resim çekemedim. Çektiğim resimler de net çıkmadı. Bunun yanında unutkanlığımın da kurbanı oldum, şarj etmediğim için pili bitti makinanın. Daha güzel resimler koyamadığımdan üzgünüm.

11 Ekim 2010 Pazartesi

A2 Ligi; Galatasaray-Kartalspor: 3-0, Berk'in Bindirmeleri

A2 takımımız Kartalspor maçını biri penaltıdan olmak üzere 3 gol atarak kazandı. Şu an 1. grupta yenilgisiz tek takım durumunda. 4 galibiyet,4 beraberlik ile topladığı 16 puanla Bursaspor’un ardından ikinci sırada bulunuyor.  Bu arada hatırlatalım lig lideri durumundaki 19 puanlı Bursapor’u deplasmanda 1-2 yenmeyi başarmıştık.

Takımın dizilişi ve ilk onbir şu şekilde idi.

                                       Eray İşcan

Ahmet                 Semih                  Sinan                   Berk
Kesim                 Oğuz               Osmanoğlu         Neziroğluları

                         Cumhur                  Emre
                      Yılmaztürk            Yüksektepe

Caner Öztel                 Uğur Ayhan                     Mertan  Caner
                  Öztürk
                                   Cem Sultan                                                                               
            
Şimdi elimden geldiğince uzun yazmamaya gayret edicem. Biliyorum uzun yazılar birçoğumuzu sıkıyor. Bunun için oyuncuları kısa kısa değerlendirmeye çalışıcam. Bunu yaparken de bazı noktalara değinmek istiyorum.

Eray İşcan: Emirhan milli takıma gittiğinde kaleyi koruyor. Genellikle kendisine pek iş düşmedi  bugün. Kaleyi bulan toplarda tek bir pozisyon haricinde iyi kurtarışlar yaptı. O pozisyonda ise, kaleyi bulan sert şutu kornere doğru çıkarması gerekirken, kurtarışı sonrası top penaltı noktasına doğru düştü.

Sinan Osmanoğlu: Servet Çetin’i andırıyor. Güçlü, uzun boylu, bacakları uzun ve onun gibi yavaş hatta belki daha yavaş. Ancak servet’ten önemli ölçüde ayrışıyor çünkü ayaklarını çok iyi kullanıyor. Bu sene başında Rijkaard onu hazırlık kampına götürmek istemişti ama okuduğu üniversiteden izin alamadığından gidemedi.  Attığı uzun toplar yerini buluyor. Pas futboluna yatkın. Bugün de kanatlardaki forvetlere attığı toplarla dikkat çekti. Defanstan oyun kuruyor derin paslarıyla.

Semih Oğuz: Defansta dikkatli idi. İyi oynadı. Birkaç pas hatası dışında hata yapmadı. İlk yarıda ve ikinci yarıda oynadığı mevkiden bağımsız olarak ileri çıkışları vardı. Bunlardan birinde top sürerek ve çalım atarak ileri çıktı. İki kez gol pozisyonuna  girdi ileri çıktığında ve bunlar duran toplar ya da kornerlerde değildi. Bu önemli bir nokta. Zaman zaman orta sahaya attığı dikine toplarla oyunu geriden kurma çabasını gördük. Bu paslar, Sinan’a kıyasla kısa paslardı.

A takım pek beceremiyor ama A2 takım defanstan oyun kurma konusunda çabalıyor. Bu maç da çok başarılı oldukları söylenemez ama atılan birkaç uzun top ve Semih’in dikine, kısa ve yerden pasları bunun göstergesi bence. Bu sene A takımın izleyebildiğim maçlarında Lucas Neill’in uzun paslarını gördüm çok kez. Geçen seneden buyana A2 takımın ve A takımın maçlarını kıyaslama yaparak izlemeye çalışıyorum. A takımda oynanmaya çalışılan oyunu A2 takımda da görmek mümkün. Buna dizilişler de dahil. Geçen sene beklerden atılan uzun toplarla ileri çıkışlar vardı. Özellikle Arda varken bunu görmek mümkün.

Ahmet Kesim:  Onur Arıkan milli takımda iken sağ beke geçti. Ahmet birkaç mevkide oynayabiliyor. Geçen sene de zaman zaman sağ bekte ve Cumhur ile birlikte ön libero oynamıştı. Sevgili PcLion pek beğenmemişti kendisini ama bugüne kadar izlediğim kadarıyla gelecek vaad eden futbolculardan biri. Rijkaard da onu sezon öncesi hazırlık kampına davet etmiş, hepimizi  şaşırtmıştı. Kendisiyle ilgili güzel bir değerlendirmeyi de şurdan okuyabilirsiniz. Bugün ileri çıkışlarda yetersizdi. Önünde oynayan Caner Öztel’in de bugün iyi oynadığı söylenemez. Bunun da etkisi vardı elbette. İkinci yarıda ise tek bir ileri çıkışı vardı. Bek olarak katkısı sol bekteki Berk’e kıyasla çok zayıftı. Ancak ilk yarının son dakikasında  takıma bir penaltı kazandırdı. Kullanılan serbest vuruşta arka direğe giden topa yapacağı vuruş öncesi kendisine faul yapıldı. Ahmet Kesim duran toplarda pozisyon almasını biliyor, ikinci yarıda da takımın ikinci golünü kornerden kaydetti. Hatırlarsanız sezon öncesi hazırlık maçlarında da buna benzer bir kafa golü atmıştı. Ahmet Kesim savunmada iyi bir oyuncu, iyi bir kesici ama bir bek değil daha ziyade bir merkez oyuncusu.

Berk Neziroğluları: Berk bugün çok verimli oynadı. Eğer üstünde durulursa iyi bir sol bek kazanabilir Galatasaray ilerleyen yıllarda. Kendisi defansif anlamda etkili. Kısa boylu ve pozisyon bilgisi zayıf bir oyuncu da değil. Defansif açıdan zayıf olduğu yönlerini geliştirebilir. Defans yapmak nasıl olsa öğrenilebilir ama yaşı ilerlemiş bir oyuncunun hücum yapmayı öğrenmesi zordur, çok zordur. Bu açıdan bakılınca Berk oldukça genç, iyi bir ofansif sol bek. Avrupa'nın büyük takımlarının bile ofansif sol bek bulmakta zorlandığını düşünürsek, Berk üstünde durulması gereken bir değer. Maçın başlamasından itibaren iyi bir ofansif sol bek performansı izledim. Kornerlerde ve duran topların başında Berk vardı. Geçtiğimiz hafta serbest vuruştan direğe takılan bir şutu olduğunu da belirteyim. Sol ayağını kullanmayı ve orta yapmayı bilen bir sol bekten bahsediyoruz. Yani Sabri gibi dağlara taşlara orta yapan bir bek değil kornerlerde gerektiğinde topun başına geçen, serbest vuruşları isabetli kullanan bir sol bek. Bunun yanında ofansif açıdan, önündeki oyuncuyla iyi anlaşan, kendini sol kanatta unutturabilen bir oyuncu. Berk'in bugün kornerden bir asisti olduğunu da belirtelim. Umarım sakatlık yaşamaz, inşallah nazarımız değmez.

Cumhur Yılmaztürk: Bugün çok iyi değildi ama kötü de sayılmazdı. Pas hataları yaptı. Güzel paslar da çıkardı. Özellikle kanatlara ve rakip defansın arkasına attığı toplar tehlike yarattı ama defansif açıdan daha iyiydi. A takımın şu anki ihtiyaçlarını düşününce bu formuyla A takım forması ona çok uzak.

Emre Yüksektepe: Defans baskı gördüğünde gereğinden fazla geriye geldi top çıkarmak için. Hem enine hem dikine paslarda başarılı idi. Cumhurdan daha iyi oynadı, Cumhur’a kıyasla maç içinde devamlılığı vardı. Defansif açıdan Cumhur’la birlikte iyi işler yaptı. Yerinde müdehaleleri vardı. Defansa fazla iş düşmemesinde payı büyüktü.Sakatlandı ve oyundan çıktı ikinci yarıda.

Bilal Kısa: Emre'nin yerine oyuna girdikten sonra Uğur Ayhan'ın yerine geçti. Uğur ise Emre'nin yerine. Rakibe bol bol faul yaptı. kısa süre oynadı değerlendirmek yapmak için aslında yetersiz bir süre. Ama iki kişiyi depar atıp geçtiğini belirtelim.

Uğur Ayhan: Merkezde ileri uçta, forvete yakın oynadı sırtındaki 10 numara formasıyla. Daha ziyade serbest oyuncu gibiydi. Zaman zaman kanatlarda gördük. Top çıkarmakta zorlanan defansın ve defansif orta sahalar  Cumhur ve Emre’nin yardımına koştu hep. Top alıp etrafında döndü ve ileri yöneldi.  Sol kanatta Mertan ve ikinci yarıda sağ tarafa geçen Cem Sultan’a güzel paslar attı. Zaman zaman temposu düştü. Uğur’u geçen sene Cumhur’un yanında , Cumhur’un birkaç adım ilerisinde izliyordum. Bu maçta daha ileride Emre Çolak’ın mevkisinde oynadı.  Topla birlikteyken dikkat çekti. İlk yarı sonunda kazanılan penaltıyı gole çeviremedi ama ikinci yarıdaki penaltıyı yine o kullandı ve skoru 3-0 yaptı.

Caner Öztel: Bugün çok silikti. Birkaç pas dışında çok etkili olduğunu söylemek mümkün değil. Sağ açıkta verimli olamadı. İkinci yarıda Mertan merkez forvete, Cem Sultan ise sağ açıka geçti. Yine de sol açıkta etkili olamadı. Yerini Mert Çetin’e bıraktı.Sezon öncesi A takımla kampa katılan bir oyuncu için böyle performanslar pek yakışık almıyor açıkçası.

Mert Çetin: Kısa süre oynadı, sol kanatta oynayan Mertan'ın merkez forvet rolüne bürünmesiyle ve sola geçen Caner Öztel'in etkisiz oyunu nedeniyle sol kanat aksıyordu. Zaten ilk yarıda yorulmuş olan Kartalspor sağ kanadı Mert Çetin'in oyuna dahil olmasından sonra gittikçe zora düştü. Mert Çetin'in iyi bir deparı ve güzel bir gollük asisti olduğunu belirtelim. Ancak Cem bunu değerlendiremedi.

Mertan Caner Öztürk: Arkasında Berk ile birlikte sol kanadı çok etkili kullandı. Performansı Berk’in de işine yaradı. Kartalspor’lu oyuncular Mertan’a engel olmaya çalışırken Berk’in her bindirmesi  ayrı ayrı tehlike yarattı. Mertan yetenekli olmasına yetenekli ama devamlılığı yok. Bir ara hem fiziği hem tekniği ile 3 kişinin sıkıştırmasından kurtuldu ama topsuz oyunda çok etkili değildi. Ne zaman top kendisine gelse herkesi çalıma dizmek istedi bu maçta. Bir ara Tugay Kerimoğlu yoruldun, artık pas atmalısın, diye uyardı kendisini. İkinci yarı merkez forvet olarak oynadı. Takım baskı yediğinde orta sahaya gelerek top aldı, paslarıyla topun ileri taşınmasına yardım etti Uğur Ayhan ile birlikte. İkinci yarı, ilk yarıya göre daha az etkili oldu. Maç içinde devamlılığını sağlamalı oyundan düşmemeli Mertan.

Cem Sultan: Cem uzun süren bir sakatlık sonrası tekrar forma giydi.Güzel bir dönüş yaptı performansıyla. Biraz şansa da olsa ilk golü kaydetti. Birkaç gollük pozisyonu harcadı. Cem sol ayaklı, hem teknik hem de uzaktan etkili şutları olan bir oyuncu. Anıl Dilaver’le birlikte yedek dahi olsa A takımda görmek istediğim bir oyuncu. Forvet sıkıntısı yaşanılan dönemlerde altyapıdan bu gençler takıma giremeyecekse ne zaman forma şansı bulabilir bu oyuncular? Örnek vermek gerekirse,Cem Sultan geçen sene takımdaki Jo tarzında işler yapıyor. Uzun boyuna rağmen Jo’yu pivot santrafor gibi tanımlamak yanlış olur. Cem Sultan da böyle. Cem sağa ya da sola çıkıyor, savunmanın içine gömülmüyor. Kanatlara yakınlarda aldığı topları isabetli paslarla ters kanatlara aktarıyor. Gerektiğinde hızlı hücumları organize ediyor. Tamam, Cem Jo kadar iyi bir tekniğe sahip değil yanlış anlaşmayalım. Ama anlatmak istediğim; Jo’nun geçen sene Baros ile sahada yer aldığında sol iç forvet gibi oynaması. Cem de böyle ceza sahasına ya da kanatlarda aldığı topları verimli kullanıyor, bazen dikine gidiyor kaleye. İkinci penaltı pozisyonu da böyle gerçekleşti. Cem Sultan maçın oyuncusu seçildi resmi sitede yapılan oylama sonrasında ama bana kalırsa Uğur Ayhan ve Berk daha verimli oynadı. Bence maçın yıldızı Berk olmalıydı.

Berk’i ne zaman izlesem kötü oynadığına pek şahit olmadım. Altyapımızın artık klasikleşmiş boyu kısa oyuncularına nazaran Berk nispeten uzun boylu bir ofansif bir sol bek. Insua transferi olmasaydı, kendisini A takımda görmek adına oldukça ümitliydim. Çağlar Birinci için bir miktar paranın ve birçok yetenekli gencin Denizlispor’a verilmesi yerine Berk’in A takım için düşünülmesini beklerdim. 

PcLion’un takımdan ayrılan Uğur Uçar’ı ne kadar sevdiğini, ne kadar tuttuğunu bilmeyen yoktur herhalde. Ben de Uğur Uçar’a toz kondurmak istemezdim kötü oynadığında bile. Sanırım bende de Berk Neziroğluları için böyle bir sempati oluştu geçen seneden buyana.

A takımın ve A2 takımın birkaç maçını daha izleyip geçen seneden buyana değişenleri ve ortak noktaları  yazmayı planlıyorum.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Pastanın Kreması: Nerde Bu Kaptan Dedikleri?

Üzüldüm elenmiş olmamıza, her Galatasaraylı gibi benim de içimden bir parça koptu maç sonrasında. Çok üzgünüm. Müthiş sinirlendiren ve bir o kadar hüzüne götüren bir sonuç...

Diğer takım taraftarlarını kızmasın ama biz Sarı Kırmızı aşıkları Avrupa'dan her elendiğimizde bir başka kederleniyoruz. Diğer takım taraftarlarına kıyasla Avrupa maceralarımızda aldığımız kötü sonuçlar bizleri daha çok üzüyor. Hele hele bu şekilde elenmek... Bu satırlar Uefa ve Süper Kupa sahibi olduğumuzdan değil, Arif'in, zamanında Manchester'a attığı golden sonra hissettiklerimize uzanır. Sonrasında mücadele edilerek kazanılan muhteşem zaferlere gider bu hüznün sebebi...

Çalışıyorum bu sıralar, mesleğimi icra etmekteyim fakat aklımda iki şey var; biri sevgilim biri de öbür sevgilim. Biri üzgün ondan uzak olduğumdan, diğerinin içinde ise fırtınalar kopuyor. Halbuki denizin ortasında olan ve fırtınalarla karşılaşması gereken benim.

Dün gece yaşlı Afrika kıtasına yaklaşırken, büyük uğraşlar sonrasında zar zor çeken antenimizi ayarlamaya çalıştık. Biz denizciler her şeyden mahrum yaşarız denizdeyken. Bazen aylar öncesinin gazetesini buluruz satır satır okuruz, bazen gemiye yeni katılana sorarız ülkede olup bitenleri. Dün gece ise güzel bir şölen vardı salonumuzda. Trabzon'un golüne sevindik çoşkuyla, sonra yenilen gollere ‘’tüh’’ dedik hep bir ağızdan, takdir ettik, beğendik Şenol Güneş’i.

Ve sonrasında Galatasaray...

Önce Fenerbahçetv'yi, derken Sportstv diye bir kanalı bulduk. Her kanal çekmiyordu zaten. 3-4 kanal dışında hiçbirini izlemek mümkün değildi. Fenerbahçetv ile sportstv bizim için cennete varmak gibiydi. Maçlar bitmek üzereydi ve Galatasaray'ın golü geldi, ardından yediğimiz bir gol...

Sportstv'de izledim bizim maçın geniş özetini. Ali Turan'ın kafasına tekme yediği ve sonrasında gelişen olaylar çok dikkatimi çekti. Heyecan ve kahır içinde maçın özetini izlerken, çok önemli bir şey farkettim.
Ali Turan yerde kıvranıyordu, birkaç rakip takım oyuncusu vardı orada. Ekranda Lorik Cana ile Lucas Neill'in forma numaraları vardı bizim takımdan. Arda Turan ise yoktu, göremedim onu... Pozisyonu hakkıyla izleyemedim ama kafasına darbe almış bir takım arkadaşını savunan iki adamı görüverdim ve bunların içinde Arda Turan yoktu. Peki nerdeydi bu kaptan dedikleri?

Öğle civarı limana vardım, demirledik. İşlerim bittikten sonra, zar zor çeken gprs bağlantısı ile gördüm ki, bizim ''Kaptan'' dediğimiz Arda Turan, ülkeye döner dönmez takım otobüsü yerine taksiye binmiş, meçhule doğru yola çıkmış.

Ben bir denizciyim, kaptanım. Gemide bir kural vardır. Gemiyi terk kararını ancak ve ancak Kaptan(Süvari) verir ve filikaya en son o biner. Bir gemi batarken, gemiyi ilk önce fareler terk eder, derler. Doğrudur.

Arda Turan'ı severdim her Galatasaraylı gibi ama artık kendisi ''Takım Kaptanı'' olmadığını, olamayacağını ispatladı. Her ne sebeple olursa olsun o da diğer oyuncular gibi takım otobüsüne binmeliydi. Arda Turan ne kadar yetenekli, ne kadar 10 numara, ne kadar takımın birinci kaptanı olursa olsun, diğer oyunculardan hele hele takıma yeni katılan Musa Çağıran'dan ya da altyapıda yetişen Emre Çolak'tan bir farkı yoktur ve hepsiyle herkesle eşittir, öyle olmalıdır. Öyle hissetmelidir de.

Dediğim gibi izlediğim o pozisyon bir özetti ve maçı tam olarak izleyemedim belki Arda oraya gelmiştir ama takım otobüsüne binmeyip, kendisini arkadaşlarından ayrı addeden bir adam Galatasaray'ın Kaptan'ı olamaz olmamalıdır. Küstahça ben bu takımın ikinci kaptanı olmam demek ise haddine değildi zaten.

Bunu yazmak istemezdim ama Arda dün geceki davranışıyla şu sözlerimi haketti:

Top toplayıcı bir çocuktan Galatasaray Kaptanı olmaz, olursa böyle olur. Bu tıpkı gemiye yeni katılmış bir miçonun Gemi Kaptanı (1.kaptanı, Süvari) olmasıdır.

Arda Turan türk futbolunun son yıllardaki en büyük yeteneği olabilir ama sonunun bir Sergen ya da bir Rıdvan olması oldukça muhtemeldir, görünen.

Rijkaard genç futbolcularını mental olarak yetiştirmekte oldukça başarılı bir teknik adam olsa da, kılavuzu Rıdvan Dilmen, Emre Belözoğlu gibi kargalar olan futbolcu Ali Sami Yen'de ya da Aslantepe'de daha da ıslıklanmaya müstehaktır.

Yeni formaların lansmanı yapılan kısa filmlerde ise büyük bir yanlışlık yapıldığını düşünüyorum. Pembe forma'yı Kewell'a değil Arda Turan'a giydirmeleri gerekirmiş meğerse. Küçük bir kız çocuğu gibi zırt pırt küsen ve antrenmana çıkmayan bir futbolcuya ancak pembe forma yakışırmış zaten.

Belki ağır oldu yukarıdaki cümleler ama kendisini herkesten fazla Galatasaraylı ilan eden, 10 numaralı formanın takımda sadece kendisine uygun olduğunu düşünen, Fatih Terim sonrasında görüp görebileceğimiz en yeni megolamanımıza daha güzel cümleleri dizmek bu kaptanlık performansıyla mümkün değil, bundan sonra Messi olsun isterse. Arda Turan futbol açısından Mental Salaktır. Sebebi de ondan daha fazla para kazanabileceğini düşünen ve bu yüzden ona kaptanlık veren, egosunu şişiren manevi babası Adnan Polat’tır.

Tüm bu olup bitenlerin gerçek sorumlusu ne Rijkaard ne de Arda Turan kaptanlığındaki yeniçerilerdir. Bu ahvalde kendilerine ultra diyenler dahil herkesin bir payı vardır elbette, ama bu lezzetsiz pastanın en büyük dilimi Adnan Polat’a aittir. Ama bu lezzetsiz pastayı nedense hep biz yiyoruz son 10 senedir.

Beni asıl üzen nokta; Galatasaray'ın Tugay, Bülent Korkmaz, Hagi gibi idol olabilecek yeni bir değerini, daha büyümeden yitiriyor olması.

Ne yapalım bu da pastanın kreması işte.


19 Ağustos 2010 Perşembe

Çetin Güngör

Bu gece Libya'da Karphaty Lviv maçını izleyemedim ama ülkeme döndüğümde bek olarak izlemek istediğim  futbolcu Çetin Güngör'dür. Sağ bek olarak Sabri yoksa Çeto. Sol bek yine Çeto. Hakan Balta ya da Ali Turan'a bu kadar sabredebileceksek birazcık da Çetin Güngör'e sabredelim.

Maçı dahi izlemeden çok uzaklardan şu oyuncu bu oyuncu diye sallamak pek de anlamlı durmuyor farkındayım. Ancak pek yakında Hakan Balta'nın, Ali Turan'ın, Ayhan'ın, Barış'ın hiçbir kredisi kalmayacak hem taraftarın hem Rijkaard'ın gözünde. Bu durumda sadece ama sadece gençlere muhtaç bir Galatasaray'ın, başarıya ulaşması imkansız olacak. Musa, Cumhur,Çetin Güngör, Çolak gibi gençlerle daha mı kötü olur? Belki olmaz ama bir Fenerbahçe maçına Cumhur, Musa, Lorik Cana orta sahası ile çıkarsak, geçmişte yaşadığımız üzere altyapıdan yetişen sol bek Ferhat'ı kaybettiğimiz gibi Cumhur'u da Musa'yı da kaybedebiliriz.

Bu akşam Serkan Kurtuluş ya da Çeto ile başlasaydık belki onlardan birini kazanırdık Ali Turan'ı daha da kaybetmek yerine. Biliyorum o oyuncu bu oyuncu diye atıp tutmak çok anlamsız ama madalyonun bir de öbür tarafı var.

30 Temmuz 2010 Cuma

Bir Kısa Film de Taraftardan...

Galatasarayımız yeni sezonun ilk resmi maçına çıktı. Hepimize hayırlı uğurlu olsun bu sezon. Takımın yanı sıra taraftarımız da son dakikalardaki kısa filmiyle resmi olarak ıslıklama sezonunu açmış oldu. Daha önce bir yazı yazmıştım, Elano hakkında. Görünen Elano'dan önce ıslıklayacak başka birini bulmuşlar. Mesaj açık: ''Aykut'a yediği golden dolayı teşekkürlerimizi bir borç biliriz''

UltrAslanlar 17 haziran'da kendi internet sitesinde bir açıklama yapmıştı ve bazı kararlar aldıklarını belirtmişlerdi. Buradan görebilirsiniz bu kararları. Biz bunlara bir göz atalım dilerseniz.

¤ Tribünümüzde lay lay lom türü, uyutucu, sıkıcı bestelerin önünü kesip, daha keskin, net baskı hissettiren bestelerin sayısını arttıracağız.

¤ Dünyada örnek olmuş bütün tribünlerin ses düzeylerinde düşüş olsa bile, alkışı hiçbir zaman bırakmadığını gözlemledik.Bunun için bu sene tezahüratlarımız esnasında alkışa daha fazla önem vereceğiz

¤ Kimsenin özel hayatı bizi ilgilendirmemektedir.Ancak, sesimiz kısılıncaya kadar desteğimizi göstermemiz gereken maç gününde, Galatasaray ismini bağıramayacak, etrafında olup bitenin ne olduğunu anlayamayacak, iki ayak üstünde durmayı beceremeyecek kadar alkol tüketip maça gelmek, kendi egolarını ve çıkarlarını önde tutmak ne Galatasaraylılık ne de ultrAslan duruşuna asla yakışmamaktadır.Bu şekilde maçlara gelenler, o günü eğlence ve bir sosyal aktivite gibi görenler Galatasaraylılık ve ultrAslan duruşu ve kimliği ile hareket etmemiş olacaklardır.Galatasaray sevdası sosyal bir aktivite değildir derken neyi kastettiğimizi umarız açıklayabilmişizdir.

Bu akşamki maçta, alınan bu kararlara oldukça uyulduğunu gördük. Özellikle uyutucu beste ile ilgili söyledikleri...Sonrasında Aykuıt'u ıslıklamaları...

Kendilerini ultra diye lanse edenlerin, alınan kararlardan haberleri yok anlaşılan ya da ultraslan'ın yerine başka bir takım taraftarı geldi maç izlemeye. O golleri Aykut yedi ama bir sorumlusu da ultrAslan bozuntularıdır. Kardeşim yeteri kadar bağırsaydın sende! Aykut'u ıslıklayacağına rakibi ıslıklasaydın evvelden. UltrAslan gittikçe rezilleşiyor, umarım kendilerini feshederler ve Aslantepe'de daha iyi bir taraftar oluşumu gerçekleşir.

Takıma gelince Ayhan ve Barış paratoner gibiler. Oynadıkları futbol tüm şimşekleri üstlerine çekiyor. Gerçek anlamda artık yolları ayırmanın zamanı geldi. Rijkaard'ın hala onlardan bir şeyler beklemesi inanılmaz kötü. Bizim gördüğümüzü Rijkaard'ın görememesi mümkün değil, peki ama neden hala bu adamlar takımda? Bunu oldukça merak ediyorum. Sarp belki fiziği ile defansif orta saha rolünü kulübeden gelerek devam ettirebilir ya da orta sahada oynayacak başka oyuncularla daha iyi olabilir zaman zaman ama onuda kulübede görmek isteyenlerimiz çoğunlukta olsa gerek.

Rövanş maçımız haftaya. Rijkaard ne yapıp edip bu takımın tur atlamasını sağlamalı, yoksa hem yönetimin hem kendisinin başı çok ağrıyacak. Turu geçer miyiz? Geçeriz ama bu orta saha ile mümkün değil. Bu takımın orta sahasında  artık başkaları oynamalı. Bugüne kadar olmadı bunu bir sene boyunca tecrübe ettik. Barış Ayhan ve Sarp üçlemesi ile artık devam edemeyiz, artık başka seçenekleri denemeliyiz. Bu A2'den Cumhur olsa bile, ki artık bu akşamki orta sahadan daha iyi olduğunu oynamadan gösterdi, Ayhan ve Barış yerine başkaları oynamalıdır. En acilinden yeni orta saha oyuncuları gerekli bu takıma. Jan Polak haberlerini duyunca hepimiz tepki gösterdik neredeyse ama şu bir gerçek ki, Jan Polak hem Ayhan'dan hem Barış'tan daha iyi oyuncu. 

Bilemiyorum neden Rijkaard'ın beğenilmeyen tüm orta saha oyuncularını bu maçta oynattığını. Yönetime bir şeyleri işaret etmek istedi. Bakın orta sahamızın transfere ihtiyacı var bu adamlarla sezon bitmez demek istedi belki de. Ama ilginçtir ki, yönetime kaleci transferi gerekliliğini gösterdi. Bu gece ıslıklanan Aykut'un da bundan sonra forma şansının az olmasını ummaktan başka çaremiz yok. En azından kendi adıma ultrAslan'ın tribünden futbolcu ıslıklamasını duymak istemiyorum artık. Bu beni çok üzüyor. Bundan sonra herkesin beklediği üzere umuyorum Ufuk kalede olacaktır. Fakat asıl üstünde düşünmemiz gereken, uzun süredir kaleci antrenörü olarak çalışan Nezih Boloğlu'nun kalecilere neler verdiğidir.Aykut'dan ziyade bunu sorgulamanın daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Bu geceyi bir daha yaşamamak üzere kapatalım ve umalım ki becerikli yöneticilerimiz orta sahaya iki güzel transfer yapsınlar. Bir forvete bir de kanatlara lütfen...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Mental Salaklık

Efenim, bir Galatasaray - Fenerbahçe maçı daha geride kaldı. Bazı aklı selim insanlar ile Rijkaard ve Aykut Kocaman haricinde herkes bunu savaş olarak görüyor. Alex de bunu gayet güzel açıklamış zaten. Tüm Galatasaray ya da Fenerbahçe taraftarları rakibiyle oynadıkları her maçı kazanmak ister, hem de fark atarak. Burası tamam ama birazcık akıl lazım bazılarımıza. Nitekim salaklığın başka bir boyutunu keşfettik: Mental Salaklık.

Caner Erkin'in geçen sene A.Madrid maçında 2 dakika arayla iki sarı kart görmesi, Keita'nın Carlos'a yumruk atması ya da dün akşam olduğu üzere Selçuk'un hakeme çelme takması sadece mental eksiklik olamaz. Bunun tanımı başka bir şey olmalı.

Futbol dedikleri gibi basit bir oyun olduğundan, sahadaki futbolcuların mental eksikliklerini net şekilde görebiliyoruz ancak futbolcuların ve teknik adamlar dışındakilerin mental sorunlarını görmek namümkün.

Nerden başlasam bu salaklıkları anlatmaya. Medya'dan mı, taraftardan mı, takımdan mı...

Yıllardır medyanın silikonlu yazarlarıyla körüklenen güya bir dünya derbisi var ortada. Bu bir futbol müsabakasından çok savaşa benziyor. Artık futbol olarak pek de keyif vermiyor. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama yıllardır Galatasaray top oynamaya çalışıyor. Birçok maça hep favori olarak çıkıyor, Genellikle kaybediyor. Sıklıkla ise oynatmamaya çalışan bir Fenerbahçe var. Türlü türlü çabalar, bel altından vurmalar dönüp duruyor ortalıkta. Saha içinde yapılanlar bir nebze profesyonellikle açıklanabilir. Rakibi sindirmektir amaç ne de olsa. Karşı takımda en çekindiğin oyuncuya sürekli kontrollü sert fauller yaparsın, sindirirsin, oynatmazsın. Rakibin en çekindiği oyuncu olarak sen de bunu bilip, ona göre oynarsın. Bilirsin rakip sana birazdan faul yapacak. Sende bunu avantaja çevirmeye çalışırsın. Sinirlenmezsin. Akıllı topçuysan profesyonelsen sinirlenmezsin, oyununa bakarsın. Galatasaray'daki oyuncular yıllardır bunu keşfedememiş olsa gerek hala daha rakip takımın oyuncularını öpüyor maç başlamadan. Rakip takımın kalecisi kıçıyla top tutuyor, seninle dalga geçiyor ama hala öpüyosun rakip takımı. Maçtan sonra rakip takım ne kadar centilmense sen de o kadar centilmenlik yap. Git o zaman öpersin. Senin başındaki teknik adam bunu dile getirmiş ama dinleyen kim?

Takımdaki oyuncuların birçoğu yıllardır genç. Liderlik bir yana yol göstericisi yok bu takımın. Sahada en iyi topa dokunan en iyi çalım atan kişi olmak ancak saha içinde oyunu kurmakta lider yapar futbolcuyu. Arda Turan'ın liderlik açısından katetmesi gereken daha çok mesafe var. Sadece iki kafa traş etmeyle olunmuyor kaptan ya da lider. Sanılmasın Arda Turan'ı sevmiyorum, eleştiriyorum ya da takımdan gitsin istiyorum. UltrAslan'ın geçen sene yaptıklarını ne kadar tasvip etmiyorsam, o seviyede olmayı da uygun görmem kendime ya da bir başkasına. Ancak şu gerçek ki, takımdaki genç oyuncularla birlikte, Arda'nın da mental olarak zayıf olduğu ortadadır. Mental salaklık demiyorum, zayıf diyorum aman yanlış anlaşılmasın. Ama kıçıyla top kontrol eden, sahanın içinde çukur kazan, her türlü pisliği profesyonellik adı altında yapan bir elin parmaklarını geçen sayıda topçusu olan takımı maç başlamadan önce öpmemelisin, öptürmemelisin. Hele hele başındaki hoca böyle söylemişse bunu da yapıyorsan bunun adı eksiklikten salaklığa kayar.

Ancak, Arda dün akşamki oyunuyla ne kadar gelişmeye açık olduğunu gösterdi. Şutlarını hiç beğenmezdik, bunu da geliştirmiş. Hazırlık maçlarında kaleye attığı şutlar ile, dün geceki serbest vuruşları bunun göstergesi. Saha içi değil de saha dışındaki Arda'yı beğenmeyenler olabilir ama Türkiye'de futbolcuların tümden cahil olduğu bir ülkede en doğru düzgün Türkçe konuşan, efendi bir kişiliğe sahip futbolcudur Arda Turan. Arda'nın kaptan olması Galatasaray adına en doğru seçimdir bu arada. Galatasaray da Hakan Şükür model olarak nasıl sevildiyse herkes tarafından, Arda Turan da öyledir. Ancak bu Arda'nın liderlik vasıfları olduğu anlamına da gelmiyor maalesef. Arda bu liderlik niteliklerini derhal kazanmalı. Saha içi ve dışındaki hareketlerine bunu da eklerse Türkiye'nin yeni Metin Oktay'ı olur kanımca. Neyse.

Dün gece takım otobüsü trafiğe takılmış taraftarlar imza istemiş, takım otobüsten inmemiş daha sonra taraftar ve Arda arasında gerginlikler olmuş, Arda hareket çekmiş, sonra aşağı inmiş, cevap vermiş, itişme kakışma olmuş vesaire vesaire... Yukarıda adını koyduğum ama tam olarak tanımını yapmadığım bir durum var. Onu da burdan izleyebilirsiniz.

Her ne sebeple olursa olsun takım otobüsünden inmemesi gerekirdi Arda'nın. Bu tamamiyle gereksiz. Aşağıdaki insanların halet-i ruhiyesini bilemezsin. Sarhoşu olur, hırlısı olur hırsızı olur. Takım galip gelse bile inilmemesi lazım o otobüsten. Rakip takım taraftarı olur, bir laf söyler yine tartışma çıkar. Bunlara gerek yok. Taraftar sana hareket çekip, küfür ettiyse, çıkarsın medyanın karşısına anlatırsın.

Geçen sene bana yapılanlar ortada. Dün gece de böyle oldu. Takım otobüsünde iken küfür ettiler hareket çektiler vesaire. Çağırırsın medyayı zaten haber arıyorlar. anlatırsın. Dersin ki bu böyle olmaz. Gerekirse  eğitirsin taraftarı. Dersin ki Türkiye'de taraftarlar bu maçı savaş olarak görüyor bu yanlış altı üstü bir hazırlık maçıydı. Fenerbahçe 11 kişi olsa da biz daha iyi oynayacaktık, zaten nitekim öyle de oldu, biz daha iyi oynadık. Kazanamadık olsun. Gol atamadık sadece. Hhazırlanıyoruz, hocamız bizlere birçok şey öğretiyor biz de bunu uygulamaya çalıştık dün akşam. Dün akşam sonuç için değil hocamızın verdiği ödevleri uygulamaya çalıştık. Aramıza yeni katılan arkadaşların uyum süreçleri devam ediyor... Taraftarın bu davranışları artık bırakması lazım dersin kaybedebiliriz, kazanabiliriz ama taraftarımızın Fenerbahçeli Bilica'ya benzemesini istemiyorum dersin. Ve bu olay son olur biter, bıçak gibi kesilir bu davranışlar bu benzetme ile. Galatasaray'ı destekleyen binlerce milyonlarca insan var. Sen hakaret küfür gibi davranışları bir sözünle ortadan kaldıracak kapasiteye sahipsin aslında Arda Turan. Bugün Arda Turan gitse ultrAslanlarla bir yemek yese küfür etmeyin dese bakın ne olur. Aslında Arda Turan nelere sahip olduğunu net olarak anlamış değil bence. Madem Arda aynı zamanda en az herkes kadar Galatasaray taraftarı, Sabri'nin amigoluğunu elinden alsın, yön versin taraftara. Ama işte sadece bu liderlik vasıfları olan bir oyuncu da olur. Buna rağmen Arda hala gelmiş geçmiş en iyi kaptanlardan olmaya aday. Ama geliştirmesi gereken sadece şutları değilmiş haberi okuyunca bunu farkettim. Arda bundan sonra rakip oyuncular dahil taraftarlarla polemiğe girmemeli. Saha içinde ya da dışında...

Taraftarımza gelince. En çok taraftara sahip olan Galatasaray maalesef en berbat taraftarlara da sahip. Arda'yı, Franco'yu ıslıklayan, Florya'yı basan, takım otobüsüne saldırması potansiyel, futbolcularına küfür edebilecek bir takımın taraftarlarının çoğunu tanımlamak için Mental Salaklıktan da öte bir tanım gerekiyor. Üzüldüğüm nokta ise Rüştü'yü döven bir takımın taraftarından artık hiçbir farkımızın olmayışı. Ayağa kalkmayan fenerli olsun tezahüratının da bir anlamı artık yok. Çünkü dün akşam takım otobüsündeki oyunculara hakaret eden küfür eden insanlar, Arda'yı Franco'yu ıslıklayanlar ile Arda'yı sinema kapatmasından ve özel hayatından dolayı eleştirenlerin Bilica'dan hiçbir farkı yok.

Taraftar profili değişecek deniyor. UltrAslan'ın sitesinde yazıyor. 17 haziran'da bir takım kararlar almışlar yayınlamışlar. Bakalım göreceğiz.

Medya'ya gelince. Kolpa basın mı desek ne desek bilemiyorum. Aslına medya ya da basın kelimesinin suçu yok. içini dolduran kişilere laf söylemeli. Birçok kişi NtvSpor'u takip ediyor. Sebep? Fanatik, fotomaç gibi abuk sabuk Hürriyet gibi şarkıcıların, fikir adamlarının futbol yazdığı bir gazete yerine NtvSpor takip etmek çok mantıklı. Kabul edelim Ntv hangi işe el attıysa çok güzel işler çıkarıyor. Ancak Ntv yönetiminin reyting kaygısı futbola yansımış artık bunu anlamamak için saf olmak gerek.

Ntv'de herkesin takip ettiği bir adam var Rıdvan Dilmen. Sergen Yalçın ise bu isimle yarışır. Bu iki isim futbolcuğunda büyük yetenekti. Rıdvan'ın oynadığı maç sayısı ortada, teknik adamlık kariyeri ortada ve bu adam futbolla ilgilenen kişiler tarafından en iyi yorumcu ilan edilmiş. Bu adam yılda kaç kez İngiltere'de oynanan bir lig maçı izliyor acaba? ''Neydi adı Gültekin'' diye dalga geçiliyor. Sorduğu kişiler Fransa, İngiltere liginden adamlar olsa bir nebze anlaşılır ama adam bizim ligdeki adamları soruyor.O kadar cahil. Ben takip etmiyorum kendisini. Twitter'dan takip ettiklerim yazmışlar. Aynen şöyle demiş Rıdvan

"Cana'nın Sarp'tan fazlası yok, eksiği olabilir"

Daha önce ise Baros hakkında söylediği

"Nonda 1, Ümit Karan 2, Baros ancak 3.santrfor olabilir''

Şimdi NtvSpor bu adamları hangi akla hizmet kanalında yorumcu diye tutuyor? Sergen Yalçın da dahil olmak üzere bu adamların İlker Yasin'den ya da Ercan Saatçi'den bir farkı yok.

Benim söylemek istediğim şey şu:

Bu adamlar gitsinler Pclion, Borges, Flying Dutchman ve ismini saymak istediğim diğer kaliteli blog yazarları dönüşümlü program yapsınlar. En azından izlemeye değer bir şey olur. Bu adamların spor medyasına yönetmesine yön vermesine izin veren gazete kanal yöneticileri bunu ticari amaçla yapıyor olabilir. Ancak bu ismi geçen kişilerin bu şekilde konuşuyor olmaları daha büyük mental salaklık değil mi? Değil mi Gültekin? Hele hele bizler bu adamları takip edecek ve otorite kabul edeceksek onlardan daha salak değil miyiz?

Şu son maç gösterdi ki, Rijkaard'ın kovulmasını isteyenler seslerini daha yüksek çıkarmaya başladı.
Bu da aramızda ne kadar Hıncal ne kadar Rıdvan cevherleri olduğunu gösteriyor.

Umarım Galatasaray takımı mental olarak bir üst seviyeye çıkar ve artık saha içinde dönen kirli oyunlara rağmen şu feneri evire çevire yener. Yoksa Rijkaard'ın takımda kalma şansı azalıyor. Rijkaard'ın Arda'yı daha iyi bir noktaya getireceğini düşünüyorum.
Gelişmeleri daha iyi izleme şansımız olacak sezon açılınca.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Fuck You!



Hoşça kal ya da Güle Güle'nin turşusunu kuran ve turşunun tadına bakmayanlara armağan ediyorum bu şarkıyı.

Kimse kusura bakmasın ama bazen deli ediyor insanlar beni. Yahu, bye bye diye bir kelime mi var allahaşkına. Sanki anadilimiz ingilizce. Anaları babaları geçtim, şimdiki anneanneler, babaanneler bile torunlarına bye bye demeyi öğretiyorlar artık.

- ''hadi bye bye de abiye''

Sorsanız bu insanlara ingilizce hangi kelimeleri biliyorsunuz diye, bir iki tane söylerler ama içlerinde bye bye kelimesi olmaz emin olun. Böyle bir Türkiye, böyle bir Türkçe ile geleceği yaşamaya çalışıyoruz.

Ben küçükken benim büyüklerim bana güle güle dedirtmeye çalışırlardı, hayal meyal hatırlıyorum. Ne oldu da benim yaşıtımdaki insanlar evlenince çocuklarına bye bye dedirtmeye başladı? Ne oldu da telefonda konuşmamız biterken bye bye demeyi alışkanlık haline getirdik?

Bye bye deyince çok mu modern oluyorsunuz? Çok mu asil ya da çok mu farklı oluyorsunuz diğer insanlardan? Geçen gün denk geldim, adamın üstü başı rezalet elinde telefon konuşarak yürüyor. Kırk - kırkbeş yaşlarında, Anadolu'nun çıplak bağrından kopmuş gelmiş, çok belli. Telefonu kapatırken söylediği o sözler: ''Görüşmek üzere, bye bye''

Yeni yetme bir kız çocuğu olsa tamam diyeceğim, özenti işte. Ama öyle değil. Bu amcamın bye bye demesi mi yoksa, bye bye'ın ülkemde telefon kapatılırken söylenmesi gereken bir söz olarak benimsenmiş olması mı daha ironik, bilemedim.

İlkokul seviyesindeki çocuklara, telefona cevap verirken ve kapatırken hangi sözler kullanılır diye soru sorsak, alacağımız cevap belli: Alo, bye - bye.

Lütfen etrafınızdaki insanları uyarın. Türkçe'de bye bye diye bir kelime yok, bunun yerine daha güzel iki kelime var.

Güle güle ve Hoşça kal.

Bu kelimeleri kullanmaya özen gösterin ve kullandırın, yoksa ben size şarkıdaki gibi, Fuck You Very Much
diyeceğim.

not: şarkı pek hoşuma gitti.

11 Temmuz 2010 Pazar

İstatistik Zamanı Gelmedi mi?

98, 2001 Nba oynayan var mı bilmiyorum ama nasıl Fm / Cm ya da Pes oynamanın bir tadı varsa, benim için de ekranın başında Nba oynamanın da ayrı bir zevki vardı geçmişte. Hep Houston Rockets'ı seçerdim, Clyde Drexler'e, Charles Barkley'e, Hakeem Olajuwan'a bayılırdım çünkü. Maçlardan sonra onların ve takımın istatistiklerine bakardım. Matt Maloney'i asist, Charles Barkley ve Olajuwan'ı rebound, blok ve Clyde Drexler'i sayı kralı yapmaya çalışırdım. Top çalmaya kadar istatistikleri incelemek hoşuma giderdi.

Eğer NBA'de hangi oyuncunun, hangi takımın nasıl bir performans gösterdiğini merak ederseniz NBA.com'a girip rahatlıkla görebilirsiniz. Bu çok profesyonelce bir yaklaşım açıkçası ve istatistikler sayesinde oyuncuların gerçek performanslarını, yeteneklerini, kaliteleri hakkında kesin yargılara ulaşmanızı sağlıyor. Yoksa nereden bilebilirdik  Micheal Jordan'ın kariyer sayı ortalamasında (normal sezonda 30.1, Play-off'larda 33.4) tüm zamanların en yüksek ortalamasına sahip oyuncu olduğunu. Tabi bu sadece NBA ile sınırlı bir uygulama değil, dünyanın neredeyse tüm basketbol liglerinde süregelen bir uygulama.

İşin futbol kısmı beni daha da çok ilgilendirmişti. Blog yazmaya niyetlendiğim ilk zamanlardı. Bir Galatasaray maçı bitmişti ve üzerine bir şeyler karalamak istiyordum. Bazı oyuncuların performanslarını beğenmemiştim takımda. Onlarla ilgili öznel düşünceler yerine istatistiklerden faydalanmak istedim. Hani şu devre aralarında ekrandan gözükenlerin oyuncu bazında yapılmış olanlarından. Ama mümkün olmadı.

Araştırma yapmıştım ama neredeyse hiçbir sonuca ulaşamamıştım. Sağolsun PClion bu konuda bir bilgi vermişti. Fstats'dan bahsetmişti. Sevgili Uğur yazısında yeni transferimiz Lorik Cana ile ilgili pas istatistiklerine değinip, bu linki paylaşınca, benim de bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Futbolda özellikle bizim ligimizde istatistiklerin bir anlamı yok aslında. Misal Keita'nın atacağı bir çalım ya da bir gol, onun maç boyunca kaç isabetsiz pas yaptığından ya da kaç kez top kaybettiğinden daha önemli bizler için. Herkes attığı çalımları, taklaları konuşuyor arkasından ama sezon boyu kaç isabetli orta yaptığını hiçbirimiz bilmiyoruz ya da tüm sezon ortalama ne kadar koştuğunu. Bunun gibi bilgilere kolayca ulaşabiliyor olsak acaba kaçımız Keita'nın gidişine tepki gösterirdi? Anlaşılan Rijkaard bu bilgilere sahip ve böyle bir karar almış. Eee, ne de olsa memur hoca, ne anlar futboldan Rijkaard. Neyse...

Üniversite'de iken fakültenin basketbol takımında antrenmanlarda bile, kendimin ve arkadaşlarımın kaç top çaldığını aklıma yazmaya çalışırken, konu Galatasaray ve sorunlu bölge orta saha olunca, geçen sezon yana yana Elano'nun ve Mustafa Sarp'ın top çalma istatistiklerini aramıştım. Elano için çatlak seslerin başladığı bir dönemde böyle bir istatistiğin kıymeti büyüktü gözümde. Çünkü, cahil cühela futbol yazarlarının bol keseden dağıttıkları sıkıntı var ya da yabancı futbolcu adapte olamadı, dünya kupasına kendini saklıyor nidalarını ortadan kaldıracak bir bilgidir bu istatistikler. Hatta Amerikalıların bir sözü var. Yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi: İstatistikler yalan söylemez. Futbol bütünüyle bir istatistik oyunu değildir, kesin matematik hesapları yoktur elbette ama orta sahanızın pas isabet yüzdesini, defansınızın hava toplarındaki hakimiyetini, forvetlerinizin şutlarını, kanat oyuncularınızın ne kadar efektif orta yaptığını bilmek, Keita'nın attığı goller ya da yaptığı asistlerden daha değerlidir.

Türkiye'de bu konuyla ilgili bir tek Fstats var görünen. Dört farklı üyelik hizmeti sunuyorlar ve ücret karşılığı bilgileri paylaşıyorlar. Buna söylenecek bir şey yok elbette, ticari bir kuruluş ne de olsa. Bir teknik adam ya da scout gibi futbolun cephe kısmında değilim, kendi çapımda naçizane fikirlerimi yazıyorum bu sayfadan. Bu yüzden hayati derecede ihtiyaç duymuyorum bu istatistik hizmetine. Ancak bu bilgiler halka açık olsaydı, oyuncuların kalitelerini görmek ve bilgilenmek açısından tavan yapardık.

Benim sözüm asıl federasyon'a. (Kulüp başkanları gibi hissettim şimdi, dur hazır elime geçmişken sallayayım federasyona, çok bilgiliyim ya) Keşke NBA'deki gibi bir organizasyon olsa ligimizde. İnternete girip Mustafa Pektemek'in şut yüzdelerini, Alex'in pas yüzdelerini, Üzülmez'in top çalma sayısını görebilsek... Kimin daha başarılı olduğunu bilebilsek.

Yeni bir şampiyonumuz var artık ligimizde. Anadolu kulüplerinin vizyonları gelişmeye, değişmeye başladı. Türkiye'ye gelen yabancıların kaliteleri gün geçtikçe artıyor. Anadolu kulüpleri bile daha üst seviye yabancı transferleri yapar oldular. Yayın gelirleri oldukça arttı... Oluşan bu yeni kalite ortamında tüm istatistik detaylarının, federasyon tarafından düzenli ve objektif olarak kayıt altına alındığı ve açıkça yayınlandığı bir lig, kaliteyi bir üst seviyeye taşımaz mı? Gelişen teknolojik imkanlarla birlikte bu düşüncenin hayata geçmemesi için bir sebep göremiyorum.

The Guardian'ın ingilizlere sunduğu hizmeti, bizim de hak ettiğimizi düşünüyorum. Zihniyet olarak ''sıkıntı var'' olsa da, (bkz. Sergen Yalçın) bizim İngilizlerden neyimiz eksik? Madem bu futbolun alıcıları bizleriz, o zaman ligimizin detaylı istatistiklerinin yayınlanması zamanı da gelmiştir.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Dünyanın En Renkli Meleği


Dünya kupası boyunca çeşitli milliyetlerden pek çok güzele denk gelmişsinizdir. Benim dikkatimi ise bu güzel melek çekti. Bakalım İspanya'ya karşı Hollanda'nın meleklere ihtiyacı olacak mı?

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kaptan Kim Olacak?

Blogları ve yorumları okuyorum. Aşırı bir mutluluk havası hakim. Ben de dahil olmak üzere Galatasaraylılar oldukça sevinçli. Sonuçta bu sezonun ilk yabancı transferimizi duyduk. Ama bu sevincin daha önemli bir sebebi var. O da, bu transferin tıpkı Lucas Neill gibi nokta atışı bir transfer olması.

Sinemalarda yer gösteren çocukları andıran şekilde, rakip orta saha oyuncularına eşlik eden Mustafa Sarp bu sene daha da göze batacaktır. Bu transferin bende yarattığı diğer sevinç sebebi, Sarp'ı daha az izleyecek olmamız. Umarım böyle olur. Rakip orta sahalara karşı dominasyonu sağlayacak ilk orta saha oyuncumuza kavuştuk çok şükür. Artık herkesin diline yapışan box-to-box orta saha transferini de bekliyoruz bir taraftan.

Lorik Cana (Tsana diye okunuyormuş bu arada) 24 yaşında Marsilya'da kaptanlığı almış, Sunderland'e gitmiş daha ilk senesinde yine kaptanlık pazubandını takmış hırslı bir oyuncu. Diğer taraftan Lucas Neill'de Avustralya milli takımının kaptanlığını yapan başka bir hırs küpü. Lucas Neill'i da biliyoruz, o da, sarı kırmızı formayı giymeden önce kaptanlık yapmıştı.

Lucas Neill geldikten sonra özellikle defansı toparlamaya çalışmış, maçlarda sık sık seslenir olmuştu arkadaşlarına. Liderlik vasıflarını hemen yansıtmaya başlamıştı. Yine aynı nitelikte bir oyuncu kazandık. Takımda liderlik yetenekleri olan, mücadeleci, hırslı oyunculara sahip olmak Rijkaard'ın saha içinde işini kolaylaştıracaktır. Bu konunun oldukça önemli olduğunu muhtemelen yaşayarak göreceğiz bu sezon.

Ancak yaklaşan bir tehlike var belki de. Amacım felaket tellallığı yapmak değil ama malumunuz bir yabancı düşmanlığı vardı ortalıkta. Transfer sezonunda pek hissetmiyoruz ama sezon açılsın küçük hakanlar coşacaktır yine. Uğur Uçar'ın söylediği bazı sözlerin dedikoduları dolaşıyordu ortalıkta geçmişte. Nitekim Uğur Uçar'ın transfer sonrası söylediklerini de biliyoruz.

Arda'nın da gizliden gizliye Uğur Uçar ya da Hakan Ünsal çizgisine yakın düşünceleri varsa sorunlar bizi bekliyor olacak. Özellikle sürekli forma şansı bulamayacak bir Servet'in sorun yaratmaması için de bir sebep göremiyorum.

Arda'nın kaptanlığı çok eleştirilmişti geçtiğimiz sezon. Şimdi arkasında hem Lucas Neill hem de Lorik Cana varken, geçtiğimiz sezon gibi olursa, sürekli oyundan alınıyor olmasından dolayı kaptanlık pazubandını devrediyor oluşu, devrettiği kişi ve liderlik vasıfları, geçtiğimiz sezona kıyasla daha da çok tartışılacak. Diğer yandan oynamayan ikinci kaptan Ayhan Akman'ın da kaptanlık geleceğini merak ediyorum.

Neyse güzel şeyler düşünelim güzel olsun. Yeni bir transfer haberi daha kapıdayken transferin tadını çıkaralım. Lorik Cana Galatasarayımıza hayırlı olsun.

Bu arada belki hayal ürünü olacak ama sonuçta paranın hükmettiği futbolda imkansız diye bir şey yoktur. Lugano'nun 3.5 milyon avro getirmesi halinde serbest kalma opsiyonlu sözleşmesinin değerlendirilmesi ve Lugano'nun Galatasaray'a kazandırılması, rakip takıma atılmış gelmiş geçmiş en güzel çalımlardan biri olabilir. Bu durumda, rakip takım taraftarlarının ve yönetiminin yaşayacağı psikolojik tahribat anons skandalından bile beter olabilir.

24 Haziran 2010 Perşembe

Ben Lisedeyken Asık Oldum...


Aşık olmak güzeldir.

İnsanoğlunun başına gelebilecek en güzel şeydir hatta. Cennete hiç gitmedim; ama, sanırım oraya gitmekten de güzeldir.

Kimse ile paylaşamazsınız o hissi, gerek de yoktur zaten. İçiniz öyle mutlulukla dolar ki, uçmak doğal bir yetenektir o an. Saatlerce ona bakabileceğinizi hissedersiniz. Gözlerinizin içi güler. Gözlerini alamazsınız ondan. Bakmak bir eylem olmaktan çıkar artık, nefes almaya dönüşür. Ona bakamadığınız zamanlarda onu düşünürsünüz nefes alabilmek için.

Geceleri ise rüyalar daha güzeldir artık. Uyanmak istemezsiniz. Uyanınca ağzınız kulaklarınıza varır. O güne başlamak için harika bir sebebiniz vardır: onu tekrar görebilmek.

Benim lisede başıma gelen, işte tam olarak buydu. Şarkıda dediği, birden gördüm.

Ve ilk aklıma gelen şey, kanatlarını bir yerde unutmuş ya da bir kenara bırakmış olduğu idi.

Bu kadar güzel gülen çok az insan gördüm. Onlara da hislerimi söyledim zaten, eninde sonunda... Ama bir tek o hariç...

Lütfen bunu dikkatle izleyin. Benim ona baktığım gibi bakamayacağınızdan eminim ama en azından ne demek istediğimi sanırım anlayacaksınız.

Efenim, tanıştırayım. Benim için dünyanın en güzel Fransız kadını: Mary Pierce.

23 Haziran 2010 Çarşamba

TRT Spikerlerinin Olmayan Yabancı Dil Bilgisi

Avustralya - Sırbistan maçını izledim bu akşam Lucas Neill'i seyretmek için. İzlemez olaydım. İnsanın seyir zevkini baltalayan, dünyadan bihaber yaşayan spikerler herhalde sadece TRT'de mevcut. Hayır, anlam veremediğim konu, bu adamları seçerken hiç mi bir dil sınavına tabi tutmadınız hiç mi bir sözlü mülakattan geçirmediniz?

Avustralya'da Tim Cahill isimli bir forvet var. Spiker Hakan Arslan, Cahill soyadını 5 farklı şekilde telafuz etmeye çalıştı bütün maç boyunca ve de hiçbirinde tutturamadı. 

Keyhıl, Kehıl, Keeyhıl, Kehil. Bütün maç bunu dinledim sabırla. Ama Tim Cahill gol atınca İngilizce'de sanki yeni bir aksan ortaya çıktı ve o anda koptum, bütün keyfim kaçtı.

Maçın ilk yarısı pek keyifli geçmemişti ama ikinci gol geldikten sonra bir umut doğdu; Avustralya belki gruptan çıkabilecekti. Son dakikalar keyifli olmaya başlamıştı ki Sırbıstan'ın golü ile (wilkshire) vilksaayr diye telafuz edilmesi gereken adamı, vilkşir diye dinlemek ve keyhıl telafuzlarını duymak beni benden aldı, vazgeçtim izlemekten.

Bu ademoğlu sanki sırp kökenliymiş gibi tüm Sırbistan milli takımı futbolcularının isimlerini doğru söylerken birkaç isim konusunda defalarca kez saçmaladı. En azından Tim Cahill konusunda bir karar verseydi iyi olacaktı. Kulak tırmaladı maç boyunca.Vuvuzela sesleri bile daha iyiydi kendi adıma.

Allah rızası için şu maçlara bir ön hazırlık yaparak gelin be kardeşim. Bilmediğiniz kelimelerin nasıl telafuz edildiğini öğrenin yahu. Yuh artık, azıcık kalitenizi artırın be kardeşim! Yıllardır aynı tas aynı hamam.
Yayıncılık desen aynı, çalışanlar desen zaten ordan burdan toplama adamlar gibi...

Maç biter oyunculara, teknik direktörlere mikrofon uzatırlar, maç sonrası görüşleri duymak için. Bu TRT spikerleri reklamlardan sonra yayına dönerler çeneleri boş boş laf yapar. Susun be kardeşim, bari şu oyuncuların dediklerini dinleyelim, anlayalım değil mi?  Yok illa ki esenlikler dileyeceksin. 

Öyle bir yayın yapıyorsunuz ki Ömer Üründül yorumları ve vuvuzela sesleriyle birlikte insanın ciddi anlamda esenliğe ihtiyacı oluyor.

Yaptıklarınızı bildiğinizden esenlik diliyorsunuz, milletle dalga geçiyorsunuz, diye düşünmeden edemiyor insan. 

Süperlig de dahil olmak üzere önemli ligleri, kupaları, maçları ne zaman yayınlayacak bu NtvSpor?Ne zaman kurtaracak bizi bu çileden, ne zaman bu kaliteyi gösterecek bu beceriksiz insanlara?

Özlemle duyurulur...

21 Haziran 2010 Pazartesi

Kalleşsin Sen Elano!


                
Elano sen geldin Türkiye'ye. Gelirken dedin ki, Dünya Kupasında oynayabilmem için düzenli forma giymem lazım, ondan geldim. 

Sen geldin bizim takıma. Biz seni havaalanında karşıladık. Bak biz de bir Arda var. Onu böyle karşılamadık biz. Lincoln vardı senin vatandaşın, bildin mi? Onu da çok sevdik ama o da senin gibi kalleş çıktı. Maç kazandırdı aslında bize çok, bazı maçlarda şov yaptı resmen süper topçuydu ama bizim Bülent abimize fuck off dedi. Anladın mı Elano, fuck off dedi. Yabancılar kızınca böyle der ama bizim buralarda, hele hele ulu orta böyle küfür edemez kimse. Bizim Bülent Korkmaz çok küfürbazdır, ben karşılaştım onla, ağzı çok bozuktur ama, hele hele Lincoln gibi bir yabancının ne haddine, kimse küfür edemez.

Lincoln denilen senin vatandaş yetenekliydi ama bizim takıma ayak uyduramadı. Sonra bizim yerli oyuncular filan beğenmedi onu. Bak sen 1 asist 2 gol attın dünya kupasında ikinci maçlar tamamlanırken. Daha böyle bir istatistik yok ama biz anlamayız böyle şeylerden Elano. Bizim yerli oyuncular ne derse o olur. 

Mesela Sabri var bizde, Uğur var, bizim Arda'mız var. Bak Arda'nın canını sıkma, sahada topu ona ver kendin oynama hiç. Canını sıkarsan Arda'nın, sana da bir yumruk atar antrenmanda. O bizim kaptanımız. Bizim altyapıdan yetişti. O yüzden bil ki, senden değerlidir. Gerçi Arda kız arkadaşıyla biraz fazla takılıyo. Oynamadı senin gibi o da ikinci yarı. O yüzden kaybettik şampiyonluğu zaten. Arda oynasa kesin şampiyonduk ama o kaledeki sırık var ya. Hem onun yüzünden hem de Arda yüzünden kaybettik. 

Aslında sende ne cevherler varmış ama sen oynamadın bizim takımda Elano. Gelince bir gol attın ağzımıza bir parmak bal çaldın ondan sonra da oynamadın Elano. Kalleşsin Elano. Kendini düşündün sen. Aslında bizim takım şampiyon olurdu ama senin yüzünden olamadık. Sen gelince görürsün Ali Sami Yen'de...

Bak bizim bir Küçük! Hakanımız var. Bakma adının küçük olduğuna kendisinin kalemi Büyük! Çok büyük bir kalemi var ne yapacağını bilemiyor. Ona buna sallıyor zaten. Kendisi yabancıları sevmez Türklere hayran. Mesela Türkler osursa önemli değildir, ama yabancılar osursa terbiyesiz olurlar.. Zaten bu yabancıların kültürleri böyle. Onlar için normal böyle terbiyesiz şeyler. O yüzden bil ki yabancı düşmanıyızdır biz. Oyanayacaksan oyna doğru düzgün ama öyle oynamadın bizde. Kendi milli takımında böyle iyi oynadığından, görürsün Küçük Hakan'ın hışmına uğrayacaksın. 

Bizler zaten sevmeyiz yabancıları Elano. Biz Türküz Elano. Biz Türkler var ya sizi sahadan silmiştik. Dünya Kupasında. Biz Türkler tüm dünyadan daha iyi biliriz bu futbolu. Bizim Türkiye'deki yorumcular sizin gibileri çok gördü Elano. Sen ne kadar iyi oynarsan oyna önemli değil. Geleceksin burda maç çevireceksin. Bizim ligde her maç 1 gol 1 asist yapman lazım. Sen geldin bu ülkeye Alex'ten daha iyi bir oyuncu olduğun için geldin. Biz seni öyle bildik ama sen 5 tane gol bile atmadın. Nerdeyse asistin yok Elano!

Napıcaksın bu kadar koşup Elano? Koştun koştun da ne oldu? İstatistikler açıklandığında en çok koşan oyunculardan oldun belki ama bizim gözümüzde bir hiçsin artık Elano. Bak Alex'e, bak ta örnek al! Brezilyalı dediğin Fenerbahçe'dekiler gibi olur Elano. Şov yapmıyosun, nerdeyse artistik hareketin yok senin. Elin belinde gezeceksin Elano. Brezilyalı dediğin öyle olur. Onlar kadar olamadın!Yuh sana Elano!

Sen zaten kendine oynadın. Yatarak top çaldığın zamanlar oldu belki ama şimdi biz anladık seni. Sen kaçak dövüştün hep aslında. Bizim takımda yürekli oynamadın. Yerde yattığın, sakatlık geçirdiğin zamanlar oldu belki ama biz anlamayız Elano, sen burda tekmeye kafa uzatmadın.

Sen bize ihane ettin Elano!

Bak Elano bizim UltraAslan var. Taraftar gurubumuz. Hani sürekli Nevizade Gecelerini söylüyolar ya. Hah işte  onlar. Bak onlar ıslıkladı Arda'yı. Yarım saat ıslıkladılar ya Franco'yu. Onlar kim mi Elano? Ooo sen nasıl bilmezsin onları? Bak bu arkadaşlar 15-16 yaşında. Bunlar Galatasaray'ın en büyük taraftarıdır Elano nasıl bilmezsin onları. Bir senedir burdasın öğrenemedin gitti bizim ülkeyi. Bak bu arkadaşlar portakalda vitaminken 14 sene şampiyon olmayı beklediler, olamayınca yine de takımı desteklediler Elano. Şimdi niye ıslıklıyolar diye sorma sakın. Adamlar'ın daha anaları babaları belli değilken bu adamlar Galatasaraylı olduklarından o kadar beklediler ki şampiyon olmayı; artık yetti, tak etti canlarına. Alpaslan Dikmen var bak senin yerinde olsam, onun mezarına filan giderdim UltrAslan'ın gözüne girmek için. Allah rahmet eylesin iyi adamdı, hayatta olsa seni severdi Elano ama bizim UltrAslan sevmez artık seni! Dünya Kupasında, kendi milli meselende öyle oyna, gel bizim takımda asist bile yapma olmaz ki Elano! Senin sonun da Arda'dan, Franco'dan farksız Elano!Biz kalleş adamları sevmeyiz. Sen gel Sami Yen'e biz seni de güzelce bir ıslıklayalım.  

Kalleşsin Elano! Kalleşsin sen! Sen gel hele bizim buralara hele bir maçta formsuz ol, iyi oynama. Biz sana hemen Ruhsuz diyeceğiz Elano! Bizim medyamız sana böyle demeye hazır Elano. Biz de hazırız zaten seni suçlamaya. Senin amacın zaten para kazanmak, başka kulüplere gitmek istiyosun. Transfer yaparak para kazanacaksın değil mi? Biz anlamayız profesyonel oyuncu filan, senin gibi ruhsuz adamları ıslıklarız biz. 

Biz Türküz Elano, biz yabancı hayranları değiliz. Seni Ali Sami Yen'e bekliyoruz Elano. Sen gel hele, bizim UltrAslan'a 14 yaşında yeni arkadaşlar katıldı. Onlar biliyor senin ne kadar yüreksiz bir adam olduğunu, nasıl kendine oynayan bir adam olduğunu biliyor. Onlarla birlikte ıslıklayacaz seni Elano.

En büyük biziz Elano, sizler gelip geçici adamlarsınız, biz var ya biz, bizler kalıcıyız. Küçük Hakan Medyasını takip ederiz, yeri gelir talimat alırız, bedava bilet alırız, takımın formasını değil UltrAslan ürünleri satın alırız biz büyük taraftarız Elano. 

Biz ultrAslan'dan daha iyi Galatasaraylı yoktur, olamaz şu dünyada.

Sen gel hele, gel Ali Sami Yen'e.

Gel de gör UltrAslan'ın ve bizim Medya'nın büyüklüğünü!

Not: Ayrıca bkz.
Elano ve Islıklamaya Hazır Küçük Hakanlar
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...