7 Ağustos 2011 Pazar

Culio'nun Yediği Tekmeler, Gün Gelir Bir Yerinizi Tırmalar



Yazmak için çabalasam da genellikle geç kalıyorum, gündem hızlıca değişiyor. Biraz fırsatım olduğunda ise üç beş cümle ile bloga yazı girmek istemiyorum. Açıkçası , kısa yazmaktan haz etmiyorum çünkü kısa cümleler aklımdakileri ifade etmiyor. Yazacaklarım hem beni tatmin etmeli hem de okuyanı doyurmalı. Cenap Şahabettin’in bir sözü var: Doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür, diye. Benimki de birazcık o hesap. Doğru gördüklerimi yazayım derken bazen uzayıp gidiyor. Blogu açmamın en önemli sebebi idi, ortalıkta dolanan yanlışlara karşı naçizane doğrusu budur, diyebilmek.

Neyse.

Belki geçti üzerinden ama söyleyecek sözlerim var.

İlerleyen yıllarda Culio hakkında hatırlayacağım birkaç şeyi sıralasam bunlar; fiziği yerinde, tekniği iyi, sürekli tekme yiyen bi futbolcu olması ve mücadeleciliği olur. Herhalde bu söylediklerime kimse itiraz etmez.

Bu adam sezonun ikinci yarısında takımda en fazla faul yapılan oyuncu oldu. Yediği tekmeler ise bildiğin baya sert idi. Son iki senede Kewell ile birlikte en fazla dayak yiyen oyuncu Culio’dur ve bu istatistikte sadece yarım sezonda ikinci sıraya yerleşmesi üzerine durup düşünmek lazım.



Culio neden bu kadar faule maruz kalmıştır? Cevap basit. Topa bomba muamelesi yapmadığından. Yıllardır kan ağlayan orta sahasında, topla ileri doğru oynayan sadece bir tane oyuncusu peydah olunca, rakip takımlar da doğal olarak bu adamı faul ile yıldırmaya çalıştı. Ama bu adam yılmadı. Her yapılan faulden sonra ayağa kalktı, topunu oynadı. Birazcık hayat hikayesini bilenler bu adamın her defasında neden ayakta kalmak için bu kadar inatçı olduğunu daha iyi anlarlar sanırım. Buradan da karakteri hakkında önemli bir sonuca ulaşıyoruz esasında, ama görmek isteyenlere tabi...

Fakat Galatasaray’da karakter sahibi olmak yetmiyor, başka meziyetlere ihtiyaç var.

Bu meziyetler ise; Avrupa’da kıytırıktan bir takıma elenilmesi sonucu havaalanı çıkışında seyirci aramak, takım otobüsü yerine taksiyi tercih etmek, Avrupa Şampiyonasında oynayıp üstüne 2 sezon kış uykusuna yatmak, 90 kiloya ulaşıp Hamburg maçında kurtarıcı olarak oyuna girmek ve ters kanada taca giden orta kesmek…

Benim gördüğüm kadarıyla Culio böyle meziyetlere sahip değildi. Kamp boyunca da en azından bir sene daha top oynamak için şu videoda Mustafa Sarp’ın bulunduğu yerde olmadığından, takımdan ayrılacaktır kanımca.

Evet, Culio muhteşem bir futbolcu değil, hatta yarım sezonda bize görünen kısmı Koyun-Çelebi ilişkisi yüzündendir. Ancak göz var nizam var, vasat bir futbolcu, en azından Galatasaray’da forma giymek için yetersiz bir futbolcu değil bu adam. Birçok mevkide oynayabilecek, ileride top tutabilecek, top taşıyabilecek, top sürebilecek kısacası mevcut kadro içinde ihtiyacımız olan en gerekli oyuncu kendisi.

Arda, Culio’nun aksine artık top süremiyor, bilmiyorum farkında olan var mı? 66 numara sırtındayken, sanki rakibin içinden geçerdi. Arda artık hızlı değil ve çelimsiz. Fizik gücü Emre Çolak’tan hallice. Ha top mu saklıyor? Evet Culio da bunu yapabiliyor. Culio’nun Gençler maçında kontrataktan attığı bir gol var. Arda en son ne zaman Culio kadar depar atıp kontraya çıktı? Var mı hatırlayan?

Bu sıralar yazmaya çalıştığım ama bir türlü tamamlayamadığım bir konu vardı Fatih Terim ile ilgili. Sağolsun anlatmaya çalıştığım konuya güzel bir örnek daha çıkardı tıpkı Kingston,Appiah, Perez; Almaguer, Sarr, Lukunku örneklerinde olduğu gibi.

Adalet güzeldir ama liderlerde olursa daha da güzeldir, diye bir söz vardır. Ancak görüyoruz ki Adalet, Sarı-Kırmızı renklerin içinde kaybolalı uzun zaman olmuş. Bir tarafta yılda 2 miyon+ avro para kazanıp takıma bir şey vermeyen bir kaptan, diğer tarafta (ABS)BAM’dan bile az kazanan, en çok tekme yiyen adam.

Galatasaray’da forma giymenin kriteri mevcut oyunculardan daha iyi oynamak yerine saç kesme töreninde baş köşede yer almak ise, bu adamın yediği tekmeler gün gelir birilerini tırmalar.

17 Temmuz 2011 Pazar

Fernando Muslera; Küçük Kunduzun Refleksleri


Copa America çeyrek finalinde, Dünya Kupasından sonra yeni bir başarısızlığa tanık olduk. Tevez, Messi, Higuain, Di Maria gibi oyuncularla dünyanın en kaliteli hücum hattına sahip olan Arjantin’in 120 dakika boyunca gol atma çabasına engel olan şey ise Muslera’nın refleksleri idi.

Maçı izleyen Galatasaraylılar, yıllar önce Taffarel’in transferini anımsamıştır mutlaka. Tafo’yu penaltı kurtatırken ilk izlediğimde verdiğim ilk tepki şu olmuştu: ‘’Vay be, penaltı kurtaran kaleci transfer etmişiz’’

Dün akşamda atılan 5 penaltının 3’üne müdahale etti Muslera (İspanyolca muzlera diye okunmakta) birini kurtardı diğer ikisi şansız şekilde gol oldu.

Ben ilk kez izleme şansı buldum Muslera’yı. Bir kaleciyi sadece bir maçta izleyip yargılamak ne kadar doğru olur bilemem ama karşı tarafta 120 dakika boyunca Messi oynuyorsa ve takımı 50 dakika 10 kişi oynamışsa, herhalde bu büyük ölçüde doğru bir fikir verir.


Kendisi çok önemli kurtarışlar yaptı penaltılara gelene kadar. Benim tespit ettiğim en önemli özelliği reflekslerinin muazzam olması. Ekranda kısa boylu gibi gözükse de boyu 1.90, yani bizim CamAdam Gökhan’dan 2 cm daha kısa. Bu kadar uzun boylu bir kalecinin reflekslerinin iyi olması, dün akşam kanıtlandığı üzere onu iyi bir kaleci yapar.

Bunun yanında yaptığı degajlar taç çizgisine yakındı. Bu da yeterince kafası çalışan bir kaleci olduğunun kanıtı. Orta alanda sıkışan oyunu açmak için kanatlardan hücum etmesi gereken bir takımda, kalecinin topu oyuna sokmada olmazsa olmaz, yapması gereken hamle budur. Bundan daha iyisi elbette, defans oyuncularının hücumu başlatmasıdır. Ancak maçın genelinde Uruguay degaj yaparak topu ileri aktarmaya çabaladı zira orta alan oyuncuları pres yediklerinde topu ileri taşımak konusunda Arjantinliler kadar yetenekli değiller. Evet Arjantin’in orta sahasında Gago gibi bir adam oynuyordu, ama adamlar Messi’ye topu aktardıklarında zaten top, rakip yarı alana otomatik katediyor.     

Defansın arkasına atılacak toplar için sezgisi de yeterince gelişmiş kanımca. İleri çıkarken zamanlaması gayet yerinde idi. Hava hakimiyeti için ne desem boş, ilk kez izledim. Ancak 1.90 boyunda bir kalecinin antrenörü Taffarelse ve bu konuda eksikse rahatça bu özelliğini geliştirebileceğini düşünüyorum.


Bu arada Muslera pek tanınmıyor. Frey, Buffon gibi dünyaca ünlü kaleci transferi sözünü duyduğumuzdan ve Lorik Cana transferi yüzünden burun kıvıranımız pek çok. Hele bir de #nontvspor’da daha ziyade yediği golleri gördüğümüzden, kendisi hakkında bilgi verelim.


2004 yılında Montevideo Wanderers kulübünün altyapısında oynamaya başlayan Muslera, dikkatleri üzerine çeker ve 2006 yılında Club Nacional’de  bir sene kiralık oynar. 2007’de ise sözleşmesi biter ve Lazio’ya transfer olur. Cagliari maçıyla ilk kez Lazio forması giyen Muslera sonrasında 4 maçta daha ilk 11 başlar. Ancak Roma’da oynanan Milan maçında kalesinde 5 gol birden görür, ki 4’ünde hatalıdır. 44 yaşındaki Marco Ballotta’nın yedeği oluverir birden. 2008 sezonunun başında River Plate’in kalecisi Juan Pablo Carrizo’yu transfer eder Lazio. Ocak ayı geldiğinde kötü performans gösteren Carrizo dinlendirilir, Muslera tekrar formaya kavuşur. Kaybedilen Sampdoria maçında bir penaltı kurtarır Muslera, sonraki maçlarda da iyi performanslar sergiler. Önce başkent derbisinde Roma’ya, sonrasında Milan ve Juventus’a karşı iyi maçlar çıkaran Muslera, Lazio ile İtalya Kupasında finale kadar yükselir. Finalde de iki penaltı kurtaran Muslera, Lazio’yu şampiyon yapar. Taraftar ise çoktan Kunduz lakabını takmıştır ona.


Görüldüğü üzere Küçük Kunduz, eğer transferi tamamlanmışsa yönetimin başarmış olduğu en güzel transferlerden biri olarak anılacak. Lorik Cana’nın gidişi elbette çoğumuz için üzücü. Ancak penaltı kurtaran ve refleksleri iyi olan kaleciye hedefleri yüksek olan her takımın ihtiyacı vardır. En güzel örneği Taffarel’in Henry’nin kafasını çıkarmasıdır.

Transferi bitmişse hayırlı olsun, Frey, Buffon gibi kaleci hayallerini kenara bırakıp dün akşamki perfomansı düşününce 1986 doğumlu 25 yaşında harika bir kalecimiz var artık.

Mutlu ol Galatasaray taraftarı! 

Google'dan derlediğim diğer resimleri de paylaşalım.




16 Temmuz 2011 Cumartesi

Fatih Terim'in Mental Barajı - 2


Fatih Terim’in biyografisini kabaca okuduğunuzda, Türk filmlerindeki gibi fakir ama gururlu gencin, zengin ailenin güzel kızına aşık olması ve mutlu son ile biten hikaye tadını alıyorsunuz.  Ancak aksine, mutlu son henüz yazılmadı Fatih Terim’in sarı kırmızı aşkında.

Devam filminin kaçıncı perdesini izleyeceğimize en başta Fatih Terim fakat ondan daha çok çevresindekiler etki edecek.

Acıktığında genellikle teknik adamlarla beslenen doymak bilmez futbol medyamız, sindirebileceği en zor lokma ile yeniden karşı karşıya.  Daha önceki karşılaşmalarında genellikle hazımsızlık yaratan bu Adana Çocuğu’nun yapacağı manevralar, ya Sarı Kırmızı Tanrı’yı yaratacak ya da adı medya olan çirkin ejderhanın kanatları altında izleyeceğiz ülkemizde futbola benzeyen o yarım yamalak şeyi.

Fatih Terim’in farkında olmadığını düşündüğüm bir konu var. İyi basın - kötü basın meselesinin üstüne çok basar Fatih Terim, fırsatı olduğunda hamam böceği ezer gibi basar. Kulak kabartır kendisi hakkında ne konuşulur diye, meraklıdır. Hatta gazete küpürlerinin önüne gelmesi için bir şirketle dahi anlaşmışlığı vardır.

2009’da İspanya maçı öncesi verdiği röportajda bir nebze olsun iyileşme yönünde umut vadetse de huylu huyundan pek vazgeçmez. Fatih Terim’in dilindeki kılıçla öldürmesi gereken uçan bir kertenkele değil. Zira hali hazırda bir sürü yumurtası var o çirkin ejderhanın ve eninde sonunda yeniden, Meriç Tunca gibi kanatlı yavru kertenkelelerini yumurtlayamaya devam edecektir.

Uçabilen sürüngenlerin sözleri; Terim’in zırhını kuşanmadığı yumuşak karnı, kertenkelenin ise, ziyafet öncesi yaptığı, kendi adına en eğlenceli seramoni.

Bu konuda kendi kulaklarımla dinlediğim ve gördüğüm en güzel mücadeleyi Rijkaard yaptı. Ne elinde ne de dilinde keskin bir kılıç vardı ama yaptığı şey muhteşemdi.

Rijkaard o koskoca Ejderha’ya sivrisinek muamelesi yaptı!

Elinde kalitesizlik dışında hiçbirşeyi yoktu ancak herkes sihirli değneği var bildi. Şakası bile kötü olan Serdar Özkan, Gökhan Zan, Ali Turan, Mehmet Batdal transferlerine rağmen, o kimseye yazacak çizecek malzeme vermedi röportajlarında. Ser verip sır vermemek sözünü özetledi hep.

Sivrisinek muamelesi yüzünden iyice canı sıkılan ejderha artık beslenme saati geldiğinden, sonunda kafasını ısırıverdi Kıvırcığın.

Kameraların karşısına geçtiğinde antik kolezyumdaki gladyatörler gibi savaşması gerekmiyor artık Terim'in. Bence o savaşı çoktan kazandı. Ancak Adana Çocuğuna sataşırsanız o da size cevabını verir. Bu hep böyle oldu. Çoğu zaman sabretti, duymamazlıktan geldi ama, ister egosu deyin ister başka bir şey, karşındakine sözünü sakınmadı hiç.

Şimdi ise kariyerini bir üst seviyeye taşıma fırsatı var. Biliyorum ki, o asla Rijkaard’ın çizgisinde hareket etmeyecek, vereceği cevaplarla bizleri çok daha fazla tebessüm ettirecek. Medya ile ilişkisi onu huzursuz edebilecek, rotasından saptırabilecek bir alan. Bu, başlıkta yazdığım, onun adına engellerden biri.

Tabi Fatih Terim’in Mental Barajı sadece bununla sınırlı değil. Yazı dizisi moduna geçip tiraj yapma hevesinde değilim ancak bugünkü üretkenliğim sıcak nedeniyle burada son buluyor.

Medyadaki kanatlı yaratıklar yeniden acıktığında taraftara düşen şey, Sarılı Kırmızılı Lezzetli  Haşlanmış İmparator Menüsünden kalacak kırıntılarla böcekler gibi beslenmek değil, İmparatoruna sahip çıkmaktır. Arkasında değil ama yanında durmaktır. Bunu daha önce topluca başaramadık. Bir taraftan bu da hem taraftarın hem yönetimin mental barajı.

10 Temmuz 2011 Pazar

Galatasaray'ın Olmayan Orta Sahası


Fatih Terim’in Galatasaray’ını nasıl bilirdiniz, diye sorsak, aklımıza ilk gelen örneklerden biri, Okan-Emre-Suat orta sahası olur muhtemelen.

2001 yılı sonrasında Hagi’nin yerine bir veliaht bulmaya uğraşırken, diğer taraftan Ergün/Suat/ performansı verecek bir ön libero arayışımız sürüp durdu arka planda. Kimler oynamadı ki bu mevkide!

Bülent Akın, Andres Fleurquin, Batista, Ovidiu Petre, sonradan kıtlıktan sağ beke devşirilen Cihan Haspolatlı, Saidou, Flavio Conceiçao, altyapıdan Mehmet Güven, Volkan Arslan, İnamoto, Barış Özbek, sakatlıktan oynayamayan Linderoth, Mehmet Topal ve hatta Rijkaard döneminde topu ileri taşıması için Elano… Geçen sezon ise genellikle Ayhan ve kısmen Cana/Neill kombinasyonu ile son iki sezondur Galatasaray tarihinin ''nefret anıtı'' Mustafa Sarp.

Suat’ın performansının düştüğü, Ergün’ün eski Ergün olamadığı dönem sonrasının üstünden 10 sene geçti. Merkezin biraz gerisinde oynayan orta sahalar içinde yukarıda ismi geçenlerin içinde, nitelik olarak en iyi performansları sergileyen Saidou, Topal, Neill, Cana dışında elle tutulur bir Suat/Ergün/Tugay performansı göremedik. Yukarıdaki futbolcuları alt alta toplayınca ulaştığımız rakam 18! Bu seneki Selçuk, Ceyhun transferlerine, Yekta ve Culio’yu da eklersek rakam 22’ye ulaşıyor.

Onca futbolcunun ismine rağmen yıllardır doğru düzgün bir orta sahası olmayan Galatasaray’ın ite kaka birkaç kez şampiyonluk yarışı içine girmesi ve genellikle bu yarışı uzaktan seyreylemesinin sebebi Galatasaray’ın bir Hagi’si olmayışı değil, bizatihi orta sahasının olmayışıdır. Sadece orta sahası için, bu kadar futbolcunun sirküle olduğu bir takımda, başarının gelmesi ya da devamlı olması zaten mümkün değildi.

Futbolun yakın tarihine baktığımızda ve özellikle günümüz futbolunda, orta saha oyuncuları aslında takımın her şeyi. Tıpkı satrançta olduğu üzere, futbolda da tahtanın ortasını ele geçirmek, göstergedeki ibrenin size doğru dönmesi adına en önemli adım.

Yine yukarıdaki bütün isimleri topladığımızda ortaya kesinlikle Suat,Okan ya da Emre’nin çevikliğine ve defansif anlamdaki beceresine ulaşamıyoruz. Belki biraz Cana ile Saidou…

Cana’nın gidişiyle mevcut kadro içinde Culio dışında orta sahada mücadele gücü, dayanıklılığı yüksek bir oyuncumuz kalmadı. Cana’yı ne kadar beğensem de çeviklik anlamında Okan-Emre-Suat etmediği aşikardı. Ancak defansif anlamdaki yeteneğine, saha içi liderliğine söz edenleri ve onu kasap diye niteleyenleri lacivert çarpsın.

Dayanıklılık, mücadele gücü açısından sadece Culio dedim. Evet böyle. Çünkü Selçuk İnan, asla bir Emre-Suat-Okan etmeyecektir. Ancak şunu da belirtelim, Okan-Suat-Emre de bir Selçuk İnan etmiyor. Farklı rollerin topçuları bu isimler.

Selçuk İnan tam bir oyun kurucu. Okan ile Suat hiçbir zaman oyun kurucu olmadılar. Aslında Emre de milli takım haricinde hiçbir zaman oyun kurucu rolünü üstlenmedi. Galatasaray ile Fenerbahçe’de ve yurt dışında oynadığında (daha doğrusu oynayamadığında) her daim kendisinden daha akıllı oyunculara topu iletmekten öteye gitmedi onun futbolu. Emre defansif anlamda ise muazzam bir yetenek. Mücadeleci, sert, dayanıklı… Topa bomba muamelesi yapmaması, sol ayağına hükmedebilmesi ve tekniği kendisini Türkiye’de kalburüstü bir oyuncu yaptı. Selçuk’un defansif anlamda Emre B. kadar başarılı olmadığını düşünmüyorum ancak defans yapmayı öğrenmek her daim mümkün.

Fatih Terim, ilk dönemindeki gibi bir futbol oynatmayı planlıyorsa, muhtemelen hüsranla sonuçlanacak bu çaba. Selçuk ile Culio’yu ikinci yarılarda oyundan çıkarken görürüz sıklıkla. Orta sahada arzu edilen futbolu oynayacak üçüncü bir isim ise yok.

Yekta için henüz net bir fikrim bulunmamakla birlikte onun illaki faydası olacaktır. Ancak beni düşündüren devamlılığı, yeterliliği.

Taraftarın ve (eminim) Terim’in çizdiği bir çıta var. Yekta, Culio, Kazım gibi isimler geçen sezon mevcut kadro içinde Koyun-Çelebi ilişkisi yüzünden gözümüze harika görünen isimlerdi. Beni düşündüren nokta, bazı oyuncuların futbol seviyesi ile beklenti çıtanın arasındaki farktan kaynaklanıyor.

Ayhan, Ceyhun, Sarp, Okan Derici, Çolak. Bu isimlerden orta saha için alacağımız verim Selçuk-Culio mevcudiyetinin çeyreği dahi etmeyecektir. Gitmesini beklediklerimizin yanında, Cana da takımdan ayrılmışken, iyi bir transferin gerçekleşmemesi halinde, Galatasaray’ın olmayan orta sahasını tekrar yaşayacağız bu sezon, tıpkı son on sezondur yaşadığımız ismini zikrettiğim 18 futbolcuyla olduğu gibi ve Selçuk’a rağmen…

Yeni sezonda, yepyeni bir Galatasaray izletmeyi planlayan yöneticiler ufukta görünmeyen kara parçasının aslında suyun altında olduğunu umarım kısa zamanda fark ederler. Yoksa yine karaya oturmak işten bile değil orta sahadamızdaki bu sığ sularda.

Not: Fatih Terim’in Mental Barajı ile ilgili yazının devamını henüz bitiremedim. Bunu bekleyenlere özürlerimi ileteyim…

Not: Fotoğraf BasitOyna Blog'tan alıntıdır. Kendisine teşekkürler.

30 Haziran 2011 Perşembe

Fatih Terim'in Mental Barajı - 1


Terim’i beğensek de beğenmesek de, takımın başına onun geçmesi günün ahval ve şeraitinde en zaruri tercih idi. Nitekim zorunluluktan öte, en doğru tercihin Fatih Terim olmasının bazı sebepleri var. Bloglar, twitter ahalisi ve sözlükleri takip ettiğim kadarıyla kimse parmak basmadı bu konuya.

Özellikle Fatih Terim’i beğenmeyenlerin, antipatik bulanların ve onun başardıklarını küçümseyip, Hagi’ye / jenerasyona bağlayanların bunu dikkatlice okumasını arzu ediyorum. Çünkü gözden kaçırdıkları çok önemli noktalar var.

Açalım efenim.

Fatih’in Avrupa’yı fethedecek, Uefa’yı kaldıracak kadronun oynayacağı futbolu inşasına göz atalım. Ali Sami Yen’e gelmemek için Juventus gibi bir kulübe bahaneler söyletecek kadar, Del Piero’ların Maldini’lerin dizlerini titretecek o futbolu inceleyelim.

Ancak geçmişe gitmemiz gerek. Gidelim.


Sanılanın aksine, Fatih Terim Galatasaray’a geldiğinde henüz kendisini kabul ettirememişti. Nasıl olsun ki?Zaman 96 yılını gösterdiğinde, onun Ümit Milli ve A Milli Takımdaki başarıları iyi birer referans olmasına karşın, 14 sene boyunca şampiyon olamamış Galatasaray’ın kaptanıydı yine de. Taraftarın bir kısmı, şimdiki gibi, zaten sevmiyordu kendisini. İlk senesinde henüz  ligin başlarında, Sami Yen de 4 yenen bir Fenerbahçe maçı sonrası kellesini isteyen Galatasaraylı sayısı, şimdilerde kendisinden nefret eden Fenerbahçeli sayısından hiç de az değildi. Ancak ister egosu ister jenerasyon deyin; Terim’in kendisini Sarı Kırmızılı camiaya kabul ettiren, efsaneleştiren ve Türk Futbol Tarihinin en başarılı teknik adamı yapan şey, aklındaki felsefe idi.

Evet tam da buydu. Sonunda inşa etmeyi başardığı ve hepimizin gördükleri onun inandığı fikrin sahadaki yansımasıydı sadece.

Peki o zamanlar etrafındaki Galatasaraylı yazarlara, yöneticilere, futbolcularına, yardımcılarına neler anlatıyordu?

 Hatırlayalım:

‘’Topa daha çok sahip olan bir takım oluşturmak istiyorum’’

Ve Galatasaray, üst üste 30-35 pas yapabildiği maçlar oynamaya başlamıştı. Türk futbol tarihinde bir ilkti. Yeni yeni Avrupa futbolunu izlemeye başlayan, ‘’Avrupa Avrupa Duy Sesimizi’’ diye haykıran kompleks sahibi Türkler, tıpkı bir Avrupa takımını seyrediyordu Sami Yen Tribünlerinde…

Televizyonda o çok bilmiş Şansallar, Ermanlar ise ağızları açık şekilde yapılan pasları tekrar tekrar izleyip, sayıyorlardı…

-          ‘’ Hocam bakar mısın 32, 33, 34.’’
-          ‘’ Muazzam Şansal.’’

‘’Mücadele eden bir takım istiyorum’’

Sami Yen’de 4 ya da 5 gol atılan bir maçın sonunda röportaj veren Fatih Terim, son dakikada auta çıkacak bir topa 25-30 metre depar atan Tugay’ı işaret ediyordu. Tugay o maçta 90 dakika oynamıştı. Terim'in uzatma dakikalarında auta giden topa depar atan oyuncuları vardı artık. O röportajda asıl söylediği şey, istediğimi başaracağım, idi.

Aslında istediğini başarmak üzereydi. Sonunda 16 yaşında bir çocuktan, ayağı kırılmış birinden ve sıradan bir kelden müthiş bir orta saha yarattı. Saldıran, savaşan, pes etmeyen, yenilgiyi reddeden, topu rakipten söküp alan, sahada basılmadık çim bırakmayan kısaca hücum pres yapan bir orta saha.

Sonradan ''o kel adamın'' saçları çıktı, diğer ikisi ise Avrupa’da önemli kulüplerde top koşturdular.

'’En iyi savunma atak yapmaktır’’
 ‘’Hep beraber hücum edeceğiz, böylece hep beraber savunma yapmış olacağız’’ (1996)

Rakibin sahasında futbol oynamayı alışkanlık haline getiren takımın yaratıcısı, böylece aslında eski ama  ülkemize yeni olan bir futbol deyimi sokmuş oluyordu.

Hücum Futbolu

Ocak 98’de deplasmanda 3-2 kaybedilen Bursaspor maçı sonrası, deplasmanlarda üst üste 40 maç kaybetmeyen bir takım yarattı Fatih Terim. Dile kolay 40 maç...

Devamında bırakın bizim ülkeyi, İtalya gibi defansif futboldan ödün verilmeyen bir ülkede  bile başarılı oldu bu felsefe. Milan’ın başına geçecekti zamanı geldiğinde. Fenerbahçe’den Rüştü ve Beşiktaş’tan Sergenle oluşan yarattığı Galatasaray Milli Takımı, 2000 yılında Avrupa Şampiyonasında çeyrek final oynayacak seviyeye gelmişti. Avrupa’da seçkin teknik direktörlerin katıldığı toplantılar için davetiye geliyordu kendisine. Fatih Terim artık, Avrupa'nın en önemli teknik adamlarından sayılıyordu.



 ''Oyuncularıma oynadığınız futboldan keyif alın diye öğütlüyorum sık sık’’
''Güzel ve göze hoş gelen futbol oynamaya çalışıyoruz’’

Takımda orta yapmayı beceremeyen Sabri gibi bir Küçük Hakanımız vardı o dönem. Taraftarı kahreden… Sonraları her şey değişti.  O Küçük Hakan gitti, yerine ne zaman soldan bindirme yapacak diye beklenen Hakan Ünsal geldi. O Hakan Ünsal, ceza sahası dışından kornerden gelen topa gelişine vurup harika bir gol atacak kadar ilerletti futbolunu. O bile Avrupa’ya adım attı sonrasında.

Futbolcular artık keyif alarak futbol oynuyordu. Atılan her gol sonrası sadece futbolcular değil sarı kırmızı her şey zevkten dört köşe olmaya başlamıştı…



Fatih Terim’i sevmeyi ya da ondan nefret etmeyi şimdilik kenara bırakalım, dönelim günümüze. Birkaç soruyu cevaplayalım.

Günümüz futbolunun en muhteşem ve keyif veren futbolunu kim oynuyor? Bazıları sıkıcı bulduğunu dile getirecek kadar ukala olsa da cevap basit: Barcelona.

Peki Barcelona’nın oynadığı futbol’un temel felsefesi nedir? Topa sahip olma.

O Barcelona’nın kaptanı Xavi ne diyor? Göze hoş gelen futbol oynamaya çalışıyoruz.

Pep Guardiola geçen seneye nazaran Barcelona’da en çok neyi geliştirdi? Kaybedilen topu geriye kazanma süresini azalttı, dolayısıyla takımın hücum presini geliştirdi.

Xavi, İniesta’nın boy ortalaması Okan-Suat-Emre üçlüsünden ne kadar fazla? Sadece 1 cm
(Xavi 1.70, iniesta 1.70. Okan, Suat, Emre sırasıyla 1.68,1.66, 1.71)

Barcelona’nın oynadığı futbol nedir? Hücum futbolu.

Peki Barcelona’nın oynadığı sistem nedir? Kabaca 4-3-3. Ancak Barcelona hücum ederken iki bek orta sahaya yerleşiyor. Orta sahası 5 kişiye çıkıyor.

Galatasaray’ın Uefa’yı kazandığı kadronun oynadığı sistem nedir?

Taffarel / Capone- Bülent Popescu- K.Hakan / Okan – Suat –Emre / Arif – Hakan – Hagi

Yani kabaca 4-3-3. Dortmund deplasmanında sol kanata inen Arif’in kestiği ortaya Hakan’ın golü… Hagi’nin Fatih Terim’e inat genellikle sağ kanata’gitmesi, Arif’le yer değiştirerek zaman zaman içe kateden uzak forvet rolüne bürünmesi…

Fatih Terim’in 93 yılında çok önemli bir sözü var. 3-5-2’yi tersten oynayacak bir takım hayal ediyorum…

Defans’ta Bülent-Popescu

Orta Sahada Capone, K.Hakan, Okan,Emre,Suat

İlerde Hagi,Arif, Hakan

3-5-2’yi tersten oynayan bir takım

Fatih Terim'in ufku buydu işte. 

Rijkaard’ın gelişi sonrası benim gibi Total Futbol dilencileri ile Fatih Terim’in başarısını küçümseyerek jenerasyona ya da Hagi’ye bağlayanların bunları görmesi gerek.

Okuyanları sıkmamak adına ve yorulduğumdan yazıyı burada ikiye bölelim. Daha sonra devam etmek üzere…

11 Mayıs 2011 Çarşamba

A2 Takımın Golcüleri



A2 liginin bitimine bir hafta kaldı. A2 takımımız Turgutluspor’un iki puan önünde 76 puanla lider durumda. Son hafta maçımız İzmir’de Bucaspor ile. Her İzmir takımı gibi birçok oyuncu yetiştirmiş ve altyapısı ile dikkatleri çeken Buca A2 liginin önemli takımlarından. Ligin ilk yarısında 2-0 mağlup ettiğimiz Sarı-lacivertliler, 75 gol atarak Galatasaray’dan sonra en fazla gol atan ikinci takım. Ligde ise 7. sırayı garantilemiş durumdalar. 

Yarıştığımız rakiplerden Turgutluspor’a karşı galibiyetimiz yok. İlk yarıda Florya’da 1-1 berabere kalmıştık. Geçtiğimiz haftalarda ise 2-1 mağlup olduk. Bu açıdan mutlak kazanmamız gereken bir karşılaşma Bucaspor maçı. Beraberlik ligi en üst sırada bitirmeyi hediye etmek anlamına gelebilir. 





‘’Kalan maçlarda genç oyunculara yer vermek istiyorum, ama A2 takımının bir senelik emeğine de yazık etmek istemiyorum’’ ile ‘’A2 takımda oynayabilecek kapasitede futbolcu yok’’ açıklamaları sonrası takımın şampiyonluğa erişmesi halinde Bülent Ünder, şu an yaşadığından daha büyük bir ironi yaşayacaktır. Bu durumda ‘’Şampiyon olan A2’den oynayacak bir tane bile bir futbolcu yok muydu?’’ diye sormak isteyecek birçok taraftar olduğuna şimdiden eminim. 

Aşağıda bold ve italik olarak belirttiğim oyuncuları keşke bu sene A takımda çokça izleme şansımız olsaydı. Tabi bu keşke ile başlayan cümlenin yanına Çetin Güngör, Semih Oğuz, Serdar Eylik gibi futbolcularımızı da eklemem gerek.

Emre Çolak’ı bu gruba dahil etmek istemiyorum. Çok yetenekli olsa da geçen sene Beşiktaş maçında, galip olmamıza rağmen son dakika penaltı atma vukuatı yüzünden aklımda yer etmiş mental yetersizliği ve görünen fiziksel yetersizliği ile A takıma yakıştıramadığım oyunculardan kendisi.

Son olarak 83 gol ile başı çeken A2 takımımızın gol dağılımını paylaşayım.

Cem Sultan...................... 17 gol
Berkin Kamil Arslan........... 13 gol
Anıl Dilaver.......................  8 gol
İbrahim Selen....................   7 gol
Bilal Özhan.......................    6 gol
Mertan Caner Öztürk..........   5 gol
Emre Çolak.......................   4 gol
Ahmet Kesim...................  4 gol (
hepsi kafayla)
Uğur Ayhan......................    3 gol
Mert Çetin........................    3 gol
Berk Neziroğluları............   2 gol
Ahmet Topal.....................    2 gol
Emre Yüksektepe............    2 gol 
(Konyaspor’a kiralık gitmeden önceki gol sayısı
Sinan Osmanoğlu.............   2 gol
Caner Öztel......................    2 gol
Cumhur Yılmaztürk..........  1 gol
Yusuf Onur Arıkan...........   1 gol
Ersin Yonar......................    1 gol

1 Mayıs 2011 Pazar

Neyin Analizi?


Beşiktaş-Galatasaray maçı üzerine birşeyler yazmak, söylemek istiyor insan. Fakat yukarıdaki adamlardan tahtaya 11 yazılabilen bir futbol takımı hakkında daha konuşacak ne olabilir ki?

Musa Çağıran ve Emre Yüksektepe'nin kiralık olarak oynadığı Konyaspor'dan ya da Çetin Güngör'ün oynadığı Şanlıurfaspor'dan bahsetmek daha dişe dokunur olacak sanki.

22 Nisan 2011 Cuma

Arda'nın Fenerli Arkadaşları


Efem, naçizane bir Arda analizi yapalım, dedim. Baştan bilgi notunu düşelim de karşıklık olmasın: Liste nicelik olarak hazırlanmıştır. Listenin sonunda kızmaca darılmaca olmasın.


1.Rıdvan Dilmen: Futbolculuğunun büyük çoğunluğunu sakat olarak geçirmiştir. Öyleki, kaç maç oynayıp kaç kez ameliyat olduğuna dair yapılmakta olan çalışma sonucunda, maç başına ameliyat oranının, maç başına gol oranını geçmesi beklenmektedir. Yıllardır büyük futbolcuydu, büyük yetenekti diye dayatılmış ancak 27 yaşına geldiğinde ayak içiyle nasıl topa vurulacağını Tanju Çolak'dan öğrenmiştir. Bunun sebebinin ise bilindiği üzere futbol oynamaya çalıştıkça sakatlanması, dolayısıyla kendisini geliştirmeye fırsat bulamaması olduğu düşünülmektedir. Avrupa arenasında bir takımın başında sadece iki maça çıkmış ve MTK diye hangi ülkeye ait olduğu bilinmeyen bir takıma karşı  elenmiş olsa da, kendisine göre Türk Milli Takım'ını yönetecek seviyede hocadır,ancak ekranlarda maç yorumlamaktadır. Başında bulunduğu kulüp takımlarında antrenörlük konusunda çuvallamış olup, Fenerbahçeli Medya İletişim Bölümünden mezun olmuş, şu sıralar #Nontvspor'un kadrolu futbol yorumcusu olarak, Edirne'deki Gümrük Sınır Kapısı'nda son bulan Avrupa futbolu bilgisiyle Galatasaray’ın yabancı oyuncularına bok atmakta,  bilemediği futbolcuları ise Güntekin'e sorarak görevini layıkıyla yerine getirmektedir. 

2.Emre Belözoğlu: Avrupa'da top oynamaya çalışmış ama oynadığı her takımda sürekli sakatlık problemleri yaşamıştır. Sakatlıklarının sebebini ise, Galatasaray Kulübünün antrenman sahalarında arayıp bulmuş ve bunu suni çim olarak tanımlamıştır. Bu söylemi nedeniyle, İngiltere’de ve İtalya’da futbol oynarken kendisinin gizli gizli Florya’da antrenman yaptığı düşünülmektedir, fakat bu işi o kadar gizli yaptığından henüz kanıtlanamamıştır. Ayrıca her önemli maç öncesi ''cırcır'' olmasının sebebi de Florya'daki antrenman sahalarıdır muhtemelen. Yıllar geçtikçe futbolu, hakemlere daha fazla itiraz edilerek oynanan bir spor branşı olduğunu zanneden Çubuklu Tosun, futbolunu bir türlü ileriye taşıyamamış buna karşın mental olarak hep geriye gitmiştir. Tüm bunların yanında Türkiye’deki hakemler Çubuklu Tosun'un renk körü olduğunu düşündüklerinden, kendisine  sarı ya da kırmızı kart göstermeyi uygun bulmamakta.  


3.İbrahim Kutluay: Kendisi Türkiye'nin gelmiş geçmiş en overrated basketbolcusu olmakla birlikte en büyük özelliği bakmadan 3 sayı atabilmesidir. Bunun dışında 3 numara mevkiinde oynayan bir forvette olmazsa olmaz özelliklerden içeri hızlı ya da güçlü penetre etme yeteneği kendisinde hiçbir zaman var olmamıştır. Zekası oyun kurmaya yetmediği gibi; Orhun Ene, Ufuk Sarıca, Harun Erdenay ve Hauk yıldırım(ki hala oynamaktadır) gibi yıldızların bulunduğu milli takımda Avrupa Şampiyonasında en öenmli anlarda sürekli top kaybederek, zamanında birçok maçta elenmemizi sebebiyet vermiştir. Hep çok büyük oyuncuymuş gibi lanse edilmesine rağmen, yıllar sonra Orhun Ene milli takım hocası olmuş kendisi ise oynadığı şampuan reklamlarıyla hatırlanmaktadır. İbrahim de diğer Fenerbahçeliler gibi sakatlıklardan çok çekmiş başka bir Fenerbahçelidir. Allahtan Mehmet Okur ve Hidayet gibi oyuncuların yetişmiş, böylece Türk basketbol seyircisi ‘’Allstar’’ ne demek, sadece üçlük atmak ne demek öğrenmiştir. 


4.Tuncay Şanlı: Kıçına çuvaldız batırılmış at gibi doksan dakika ordan oraya koşma yeteneğine sahip Fenerbahçemizin çıkardığı güya başka bir büyük yetenek. Avrupa'da alt sıra takımlarının vazgeçilmez yedek oyuncusu. Şu sıralar Almanya’da küme düşmeye oynayan Wolsfburg kulübünde 18’e giremiyor oluşu tabi ki onun yeteneklerini azaltmayacaktır. Sergen Yalçın şu an ne ise Tuncay Şanlı’nın koşma yeteneği de futbol sahasında 15 çita gücündedir. Eh bu da bi yetenek… Arda'nın arkadaşları içinde sakatlık problemi yaşamayan tek kişiliktir ayrıca, o da sürekli koşup sağlıklı olmasından diye düşünülmektedir. Yalnız maç içinde koşarken beynini, bir atın yola dışkı saçması gibi oraya buraya bırakmaktadır. Bu yüzden listemizin 4 numarası. 

5.Aziz Yıldırım: Silah kaçakçısı, müteahit, mafya babalarının hakem odası basan versiyonu… R harfini V diye telafuz etmesinden dolayı başkanı olduğu takımın ismini söyleyememesi sebebiyle bu listeye dahil oldu. Azize'nin sondan ikinci sıradan giriş yapması; R harfini barındıran kelimelerin sayısının Tuncay’ın maç içinde deli danalar gibi koşarak attığı depar sayısından, İ.Kutluay'ın attığı üçlük sayısından ve Şeytan Rıdvan’ın ameliyat sayısından daha az olmasıdır. Dediğim gibi liste hazırlanırken nicel ölçüler kullanılmıştır. Bilimseldir… 

6.Acun Ilıcalı: Bu listede adı geçen kişiler içinde en aklı başında Fenerbahçelidir kendisi. Nicelik olarak her ne kadar seyirci sayısı fazla olsa da, bu arkadaşın sorunu, yaptığı programların aklı başında insanlara hitap etmemesi. 

7.Sinem Kobal: Listemizin nitelik olarak en önemli ismi. Oyunculuğunun herhangi bir Oscar ödülüne layık olamayacağını anlamak için Türkiye'de hangi dizide oynadığını öğrenip o diziyi bir kez izlemek yeterli. Diziyi de izlemedim aslında, dolayısıyla hissiyatımla yazdığım ve bilimsel veriler olmadan listeye dahil ettiğim, -kişisel kanaatim- sinema kapatmaya değmeyecek (yamuluyor olabilirim) Fenerbahçeli hatun kişi. 

Görüldüğü üzere Arda'nın Fenerbahçeli arkadaşları; futbolculukları, yorumları, R harfinin söyleniş şekli gibi sebeplerle bir tarafından hep sakat, maalesef... 

Son kelamımı Arda’nın öğrenebildiği tek sistem olan 4-4-2’yi sevenler pek beğenmeyecek. Çok bilindik bir söz vardır, bildiniz mi? 

''Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.''

Yok bu sözü de beğenmedim diyorsanız, yarından tezi yok Taksim'de 4-4-2 düzeninde yürümeye başlayın çünkü Arda-Sergen-Rıdvan triosu ile on sene sonra televizyondan ancak beğeniriz.

10 Nisan 2011 Pazar

Unutulan Sağ Bek: Çetin Güngör


Galatasaray'ı yönetmeye çalışıp eline yüzüne bulaştıranların bir diğer sıvama işlemiydi onun Şanlıurfa'ya kiralanması.

Şanlıurfa Spor Toto 1. lig Kırmızı grup kategorisinde 29 haftanın geride kaldığı şu günlerde, 10 galibiyet 11 beraberlik ve 8 yenilgi ile 41 puanla 7. sırada. Grup lideri Elazığ’ın tam tamına 20 puan gerisinde. Geriye sadece 5 hafta kaldığı düşünülünce play-offlara kalması bile mümkün olmayan bir takımdan bahsediyoruz.

Ş.Urfa’nın ligde oynadığı ilk 20 maçta 15 kez ilk onbirde başlama şansı bulan Çetin, son 10 maçta ise sadece 3 kez forma yüzü görmüş durumda. Son haftalarda yerine Gaziantep’in altyapısından yetişmiş kendisinden bir yaş küçük 91 doğumlu Mehmet Yigit oynuyor. Şanlıurfa taraftarları ise, forumlarda neden Çetin Güngör’ün oynamadığını sorguluyor.


2009/2010 Avrupa Ligi’nde deplasmandaki Strum Graz maçında, -6 derecede, A takımda ilk kez görücüye çıkan, Galatasaray taraftarının özellikle pankart açtığı bir isim olan Çetin Güngör’ün geldiği bu nokta attan inip eşeğe binmek dahi değil.



Sabri’nin sakat, altyapıdan yetişmiş başka bir oyuncumuz Uğur Uçar’ın Ankaragücü’ne satıldığı bir sezonda, bundan 3.5 sene evvel gelecek vadeden genç yetenek diye 1 milyon avro ödenerek, Bursa’dan alınan Serkan Kurtuluş’un hala patlama yapmasını bekliyoruz. Halbuki Rijkaard, Serkan Kurtuluş’a geçtiğimiz sezon tüm kupa maçlarında şans vermişti. Şu anki fiziksel yetersizliği ve defansif açıdan eleştirdiğimiz ne varsa Serkan o zaman da aynı durumdaydı.

Bir tarafta Rijkaard dönemi, kupa maçlarında kondüsyonu yetmeyen Serkan Kurtuluş, diğer tarafta Evert Jan Derks’in tavsiyesi ile A takıma çıkmış, ilk resmi maçını da (22 dakika bile olsa) Avrupa Liginde oynamış Çetin Güngör.

1.78 boyuyla hem sağ hem sol bek oynayabilen Çetin Güngör’ün kariyer planında tuzu bulunan Adnan Sezgin’i sevgiyle! anıyorum.

Unutmadan belirteyim, sözleşmesi Mayıs ayı sonunda bitiyor . Yönetimde yaşanan karmaşa ile tüm gözlerin küme düşmeme üzerine yoğunlaştığı bu dönemde, korkarım bu çocuğu unutup gideceğiz. Umarım Cüneyt Tanman’ın başında bulunduğu scout ekibi hatırlar, yoksa Galatasaray’ı yönetenlerin yaptıkları yanlış planlamalar üzerine yazılacak bir tez konusu hazırlanırsa özellikle anlatılması gereken bölümlerden birinin adı Çeto olacak.



Merak edenlere 29. hafta itibariyle Çetin Güngör’ün istatistikleri şöyle:

-Galatasarayda giydiği gibi 90 numaralı formasıyla, 18 maç ilk onbirde başladı.
-11 kez yedek soyundu ve iki kez sonradan oyuna girdi. Oyuna girdiği dakikalar 84 ve 80.
-İlk onbir başladığı hiçbir maçta oyundan alınmadı.
-İki kez sarı kart gördü. Birini Cafercan’ın da oynadığı Şekerspor maçı.
-Pendik maçında 2 gol attığı söyleniyor. Biri 90+3’te kendi kalesine. Ancak resmi olarak iki gol hakkında da bilgi yok.
-Forma giydiği 6 maçta Ş.Urfa gol yemedi. (1/3)
-Ş.Urfa Çetin’in ilk onbir başladığı 5 maçı kaybetti, 6 maçı da kazandı.
-Çetin’in forma giydiği 12 maçta yenilgi yüzü görmedi Ş.Urfa. (2/3)

12 Mart 2011 Cumartesi

Sorun Hagi mi?

Hagi, o çok sevdiğimiz adam, hakkında ikiye bölünmemiz için bir sebep daha sundu bize. 

Yazılan çizilenlere göre, yedek takıma geçmek istemeyen Milan Baros, Hagi tarafından çalışmasına devam etmesi için salona gönderilmiş. 

Biz bu durumu sanki daha önce yaşadık. Hagi'nin yerinde Rijkaard, Milan Baros'un yerinde de Servet vardı. Hatırlayalım lütfen... 

Kişilere göre yorum yapmaktansa biraz gerçekçi olalım. Milan Baros'un yerinde bugün Ayhan Akman ve as takımda antrenmana devam edecek kişi de cumhur olsaydı ne tepki verecektik? 

Empati kurmalı. 

Peki Hagi, Baros'u salona göndermekte haklı mıdır? Ya da Rijkaard Servet'i a2'ye gönderdiğinde haklı mıydı? Bu işin özü ayrıntılarda gizli bir bakıma. 

Yukarıda aklıma gelen sorulara kendi mesleki deneyimime dayanarak cevap vericem. 

2. Kaptanlığımın ilk zamanları. Reis denilen 2. Kaptanın sağ kolu bir adam vardır gemide. Tayfaları yönetir ancak işi 2. Kaptandan alır. Gemide reis denilen kişi usta gemicilerden daha eski, daha yetenekli denizcidir. 

Atlantik geçerken herkesin içinde verdiğim işe karşılık reisten oldukça ters bir cevap aldım. Hiyerarşi denilen kavramın içinde yaşanılan bir ortamda bu kesinlikle kabul edilemez. Ben de otoritemi kaybetmemek uğruna altta kalmadım aynı terslikte cevap verdim ve sürtüşme başladı. Sonu güzel gitmedi. Çalıştğımız güverteden kendisini doğruca kamarasına gönderdim. O da tıpış tıpış gitti kamarasına. 

Ben otoritemi sağlamıştım. Tüm gemicilerin üzerine eskisinden daha da otoriterdim. Bir anda korku dolu bir varlığa büründüm ama çok geçmeden aslında hiçbir şey kazanmadığımı farkettim. Ertesi gün herkes keyifsiz, isteksizdi. Bırakın çalışmayı, yemek yeme istekleri dahi yoktu. Gemide sevilen saygı duyulan adamların başında reisle birlikte ben geliyordum. Doğal olarak herkesin morali bozuldu. Gemiciler bana bir şey söyleyemiyorlardı çünkü otorite almış başını yürümüştü. Gemiciler reis'e de bir kelam söyleyemiyorlardı çünkü o da hatalıydı. 

Sonraki gün güneş ufuktan yükselirken aradım reis'i çağırdım köprüüstüne. Konuştuk. O özür diledi ve ekledi. Efendi kaptan, ben haksızdım ama sen de hata ettin. Beni çekip kenara konuşsaydın anlatsaydın da beni küçük düşürmeseydin gemicilere karşı, dedi. Bana anlatsaydın güzelce kabul ederdim, ha gene aynı haltı yeseydim, işte o zaman tamamiyle haketmiş olacaktım kovulmayı, dedi. 

Fevri davranmıştı. Ben de ona uymuştum. İşte bu olay sonucu o iki günde bitecek işi yetiştiremedik. 

Velhasıl, adam idare etmek zor iştir. Herkes yönetici olamaz. Herkes işçi de olamaz. Takımdaki herkesin 10 numara oynayamayacağı gibi herkes kalecilik de yapamaz. 

Yanlış anlaşmayalım Hagi'den teknik adam olmaz demiyorum. Olur. Ancak anlattığım üzere yönetici olmak, idareci olmak, lider olmak başka bir meziyet. Biraz da öğrenilebilen bir tarafı var bunun.

Empati dedim, ayrıntılarda gizli dedim... 

Hagi herkesin ortasında Baros'a böyle davrandıysa, vay Hagi'nin haline. Hagi önüne geleni kadro dışı bırakacaksa, adam yönetmeyi bilemediğini gazeteye ilan verse belki daha faydalı olur. 

Rijkaard da Servet'i A2'ye göndermişti. Servet yedek takıma geçmek istememişti, Rijkaard'ın üzerine yürümüştü. Bir hafta sonra yine ilk 11 çıktı sahaya Servet. Şimdilerde servet daha az uzun top kullanır oldu. Her ne kadar hala sevmesek de artık daha faydalı takıma. 

Baros ve Servet'in durumları insanı düşünmeye sevk ediyor. Sanki yazılı olmasa da bazı kurallar var bu takım içinde. Teknik adamın değil de oyuncuların hakim olduğu bir takım Galatasaray. 

Sorun hagi'nin oyuncu tercihleri ya da rijkaard'ın otoriter olmayışı değil. Başka şeyler var takımın içinde. Baros, Servet, Arda bu takımda kendilerini farklı konumda görüyor olmalı. 

Iki ayrı teknik adam iki farklı futbolcu. Aynı sorun, iki ayrı dönem. 

Görünen o ki, futbocular bir şeyin farkında. Biz olmazsak galatasaray olmaz, bu kötü durumun sorumlusu biz değil nasıl olsa teknik adam olacak... Skibbe'den beri gönderilenler ve hatta Adnan Sezgin ile suçsuz Misimoviç bile gönderildiğine göre yerimiz sağlam... Bu dediklerimi belki sesli şekilde düşünmezler futbolcular, ama bilinçaltlarında bunun yankılanmadığını söylemek artık çok zor. 

Yönetimsel anlamda kangren olan Galatasaray'da sanki bir tümör var ve bu tümör takıma,taraftara, futbolculara, teknik adama yayılmış gibi. Endişe edilecek husus bu etkinin kartopu şeklinde büyüyüp diğer branşlara ve tüm camiaya yayılması .
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...