29 Mart 2010 Pazartesi

Galatasaray 0 - 1 Fenerbahçe, Franco Öldü, Ruhuna Fatiha!


Daha önce düşündüğüm ve yazdığım şeyler gerçekleşti. Bundan dolayı üzgünüm ama belki de hepimizden daha üzgün biri daha var. Bu ''Ben berbat bir kaleciyim'' diye adeta haykıran Leo Franco değil elbette. Üzgün adam Rijkaard...

Bursa'nın kaybetmesiyle ve gelecekteki planlar adına, kazanılması gereken bir maçtı ama olmadı. Rijkaard'ın bu maç için stratejisi doğruydu kanımca. İlk yarının hemen başında kısa bir süre Keita'yı Jo ile oynattı ilerde, süpriz bir gol düşündü, baskı kurup öne geçmeyi planladı, olmadı. İkinci yarıdaki futbolu erkenden ortaya koyup yorulan bir orta saha ile oynamak istemedi belki de Rijkaard. İkinci yarı orta sahası yorgun bir Fenerbahçe üstüne çöreklenmek istedi. Maçın başında bir de gol bulabilseydi takım ne ala. Olmadı, atamadı Giovanni. Sonuçta bizim takım baskı kurduğunda çabaladığında gol atabiliyordu... Rakibin kısmen üstüne gelmesine izin verdi ilk yarı, defansta alan daralttı, rakibe gol pozisyonu vermedi ve rakip orta sahasının gidip gelmelerle yorulmasını sağladı, bir şekilde Daum'un ne yapmak istediğini süzdü bence Rijkaard, kesin hatlarını ortaya çıkardı. Bilmiyorum en azından maçı izlerken ben bunları düşündüm. Ama yine de ikinci yarıdaki formata daha erken geçilmeliydi.

İkinci yarı takımın oynamaya çalıştığı futbolu görünce, ''Ah be Rikaard,niye böyle başlatmadın, niye böyle oynatmadın ilk yarı bu takımı, bu takım defans oynayacak takım mı diye söylenmişizdir içimizden... Neden Baros ile başlamadın? Niye Servet var bu takımda, neden Emre Güngör yok? Topal ve Sarp niye aynı anda oynuyor?Emre Çolak ne zaman oynayacak? gibi sorular/eleştiriler geçmiştir aklımızdan kesin.

Sonuçta teknik adam o ve kariyeri de ortada. Kendi felsefesi ve sistemi açısından bu takımın nasıl oynaması gerektiğini, hangi oyuncunun takımda oynayabileceğini hepimizden daha iyi bildiğini düşünüyorum. Medyamızdaki ucubelerin yaptığı gibi bok atmak yerine mantıklı davranıp Rijkaard'ı anlamaya çalışıyorum.

Ancak anlamadığım bir nokta var. Bu takım Baros oyuna girince, yerden oynama ve pas yapma hevesine kapılıyor. Jo oyunda iken, ''koşun ileri top atıcam, bakalım kim kapacak'' hobisi ile zevksiz bir futbol oynamak için inatlaşıyor sanki. Bir ara tenis maçı yapar oldu orta saha. Kafa ile oynanan bir tenis maçı vardı...Baroslu ve Barossuz oyunda, maçtaki ilk yarı ve ikinci yarı gibi ortada bir gece-gündüz farkı var.

Rijkaard'ın açıklamalarını takip etmeye çalışıyorum. Uzun top oynadığınızda bunu alabilecek uzun boylu bir oyuncunuz olmalı ve diğer oyuncularınızda uzun pas atılacak oyuncunuza yakın olmalı, demişti. E bakıyoruz...Tamam, Jo uzun boylu bir oyuncu. Ama ne zaman Jo'nun ''Bonus'' saçlarına doğru top şişirilse, ileri üçlünün (wide) forvetleri taç çizgisine yakınlar nerdeyse. Yakınında oyuncu filan yok genellikle... Zaten Jo da, atılan her uzun topu, fizik mücadelesi iyi olduğundan kimselere vermeyen bir forvet değil. E o zaman, ne diye oynuyoruz biz bu haltı? Topal-Sarp-Servet Fantastik Beceriksiz Üçlüsünün kısa pas yapabilmeyi ve topu ileri taşımayı öğrenmesi adına,, 3-4 maç feda edilse bunu anlarım. Yaramıza tuz basarız, deriz ki; ''bu adamlara istediği sistemi oynatmayı öğretiyor Rijkaard'', ''Ne sabırlı adam vay be, adam inat ediyor'', deriz. Bu da yok...Herhalde geçen süre itibariyle, bu adamların herhangi bir şey yapamayacağına kani gelmiş ki Rijkaard, uzun top atarak sol bek oynamayı öğretiyor Caner'e... Bu arada dikkat ettiyseniz son zamanlarda Servet uzun top şişirmez oldu. Hatta Elano bile önceki maçlara oranla çok sık uzun top atmıyor artık. Takımdaki yeni trend Caner'in isabetsiz uzun pasları...

Takım bundan sonra 4-2-3-1 oynayacaksa, defansif ikiliden biri Elano olmalı. Topal&Sarp Beceriksizim Sol Ayağım Yok Anonim Şirketi'nde olan ama Elano'nun defansif anlamda yapamayacak olduğu nedir acaba? Gerçekten bilmek istiyorum bunu. Mücadele ise Elano mücadele ediyor. Sarp gibi, deve adımlarıyla oynamıyor bu oyunu ya da rakibi topu ayağına aldığında, pas atana kadar ona koşarak eşlik etmiyor. Elano müdahale ediyor rakibine. Bazen kayarak, bazen faul yaparak ama çokça koşarak. Elano oynadığı her maçta Sarp'tan daha fazla koşuyor.

Burdan Elano'yu çok beğendiğim çıkmasın. Kendisi mevcut orta saha oyuncularından dolayı, koyunun olmadığı yerde keçiye yapılan itibar nedeniyle, orta sahada defansif ikiliden biri olmalı diyorum. Sezon başından buyana oyuncuların performansları düşününce de, Topal ve Elano kulağa en hoş gelen seçenek gibi. En azından belki uzaktan şu atar Elano bu düzende...

4-2-3-1 de ileri üçlüyü kurmak ise zor değil. Tam ortada Arda oynayabilir ya da Kasımpaşa maçında ve bu akşam olduğu gibi Giovanni. Hatta Emre Çolak bile düşünülebilir.Sakatlıktan dönünce ofansif orta saha olarak, Kewell oynayabilir dönem dönem...Ben yine de 4-1-2-3 görmeyi tercih ederim ama sanırım bu hayalim ancak seneye gerçekleşir.Tabi doğru orta saha transferleri yapılırsa...

Üzgün adam Rijkaard demiştim. Bizler zaten alıştık Fener'e karşı şansımız tutmuyor, bu yüzden üzüntümüz geçtiğimiz senelerdeki gibi. Ama sarı kırmızı olarak, en üzgün kişiler Rijkaard-Neskeens bence. Buraya birşeyleri kanıtlamaya geldiler onlar. Şimdi şampiyonluk uzak diyarlarda gibi. En azından ufukta sislerin arasında duruyor. Ama daha kötüsü Şampiyolar Ligine gidememek olacak.

Senelerdir beğenmediğimiz anneannemizin liginde oynuyoruz. Yıllardır uzakta olmak ve bu sene de katılamama ihtimali üzüntümüzü pekiştiriyor. Yine de ümidi kesmemek gerek. Yarışta diğerlerinin oynadığı futbola bakınca, biraz Beşiktaş öne çıksa da, her an tökezleyebilir onlar da. Bundan sonra puan kaybetmemeli takım. Bu çok önemli çünkü öyle ya da böyle diğerleri tökezleyecek. Rijkaard'ın ilk senesinde şampiyon olmak değil Şampiyonlar Ligine gidebilmek önemli olmalıydı zaten. Devler Arenasına katılabilirsek, takımı daha iyi test etme şansımız olacak seneye ve neler yapılması gerekiyorsa Rijkaard-Neskeens daha erken karar verme şansı bulacak. Ancak katılamazsak, bu da Rijkaard'ın kariyer hanesine, kısmen de olsa, eksi bir not olarak düşecek. İşte bu yüzden Rijkaard hepimizden daha üzgündür. Zaten büyük bir amacınız yoksa, Daum gibi gol attıktan sonra pek fazla umursamadan sevinirsiniz.

Bu arada bir anket düzenlemiştim. Leo Franco'yu seneye takımda görmek istemeyenler çoğunlukta. Görünen köy kılavuz istemezmiş zaten. Umarım Rijkaard, orta sahada olduğu gibi, artık kalede de rotasyona gider. Bunu önümüzdeki maçta mı yapar bilemiyorum ama Emre Güngör'ü düşününce evet sanki. Sami Yen'de bir sonraki maçta taraftara Franco'yu izlettirmeyeceğinden eminim. Çünkü bu kızgınlık sadece bir maçta ıslıklama ile bitmez. Takım kazansaydı şampiyonluktan söz edebilecektik, kaybettik ve şampiyonlar ligine gidebilir miyiz, bu hesapların peşine düştük. Attan inip, eşeğe binmek gibi bir durum bu. Rijkaard'ın, ismi Aslan anlamına gelen Leo'yu, arenadaki diğer Aslanların önüne atarak, ıslıklamalar ve yuhalamalara feda etmeyeceğini düşünüyorum.

Dediğim gibi ''Kim Gitsin''in gözde isimlerinden Leo Franco, Galatasaray kalesinde ve tribünlerinde öldü bu maçta. İspanya halkı, Faşist Kral Franco'dan ancak öldükten sonra kurtulabilmişti. Önümüzdeki maçlarda Ufuk ya da Aykut kaleye geçerse, bu blogda oy kullanan 36 kişiden 19'u Leo Franco'nun Ruhuna Fatiha okur hemen. Umarım bu dualar kabul olur ve biz de İspanya halkı gibi kurtuluruz ondan. Herhalde sarı-kırmızı seven herkes, bu maçtan sonra bunu arzuluyordur zaten.

Bizim kaleden Fenerbahçe kalesine geçiş yapalım. Çünkü bi' çift sözü hak ediyor. Ama sadece bi' çift sözü:

''Kişilik Bozukluğu''

Sanırım bu yeterlidir...

26 Mart 2010 Cuma

Rijkaard - Neskeens 2015


Yarın seçim var. Ertesi gün ise Fener maçı...

Şimdi 14 sene geriye gidelim.

1996 yılı. Fatih Terim'in ilk yılı Galatasaray'ın başında. Maç Ali Sami Yen'de. Rakip Fenerbahçe. Maçın sonucu 0-4. Sezonun başındaydı bu maç. Galatasaray daha yeni teknik direktör değişikliği yapmıştı. Belki de bu yüzden yeniden bir teknik adam değişikliğine gitmek istemedi yönetim ama taraftar maç sonu bağırıyordu, kızgındı, mutsuzdu...

Fatih Terim o maç takımdan kovulmadı. Dört yıl sonra ise ilk defa Avrupa'dan kupa geliyordu müzeye...

Bursa beklenen puan kaybını da yaptı bu akşam. Galatasaray bu hafta kazanırsa şampiyonluk yolunda yine avantajlı duruma geçecek. Ya kaybederse? Elde kalan ''bir ihtimal daha var o da şampiyonluk mu dersin'' de suya düşecek o zaman.

Ya yönetim de değişirse? Adnan Polat yerine Adnan Öztürk seçilirse? Tecrübesiz başkan aptal medya'ya kulak verirse? Ya Rijkaard'ı kovmaya kalkarsa önümüzdeki maçlarda bir yenilgi daha alırsak?

ihtimaller ihtimaller...

Yarın seçim var. Ertesi gün ise Fener maçı...

Ya kaybedersek maçı? Ya Adnan Polat seçilirse?
Ya Rijkaard-Neskeens ile uzatırlarsa sözleşmeyi?

O zaman şöyle mi demek lazım?

Yarın seçim var. Ertesi gün Şampiyonlar Ligi Kupası...

24 Mart 2010 Çarşamba

Copa Amsterdam 2010 ve Galatasaray A2 takımı


Bu sene 5.'si düzenlenecek olan Copa Amsterdam'a, Galatasaray A2 takımı da davetli. Daha önce 2006'da Fenerbahçe ile birlikte katılmıştık. Fenerbahçe'nin 8. sırayı aldığı o sene, eski adıyla Galatasaray Paf Takımı yarı finalde Brezilya'nın Cruzeiro takımına 4-1 kaybetmişti, sonrasında Ajax ile oynanan üçüncülük maçını da 3-2 kaybeden Cafercanlı, Mehmet Güvenli, Uğur Uçarlı kadro 4. olmuştu. Cafercan ise attığı 7 gol ile gol kralı olmayı başarmıştı. Ertesi yıl ise Galatasaray katılmazken, Fenerbahçe tekrar davet edildi. Fenerbahçe 2007'de ise 6. sırayı alabildi.

Bu turnuva uluslararası bir turnuva ve daha ziyade altyapı açısından belirli bir seviyeye ulaşmış ya da potansiyeli olan kulüplerin davet edilmesiyle gerçekleştirilmekte. Bunu söyledikten sonra, ''nasıl olur Fener'in bizden daha iyi mi altyapısı var? Niye davet etmişler iki sene üst üste?'', diye bir soru düşebilir aklımıza. Çok bilgi sahibi olamadım ama Fenerbahçe'nin Hollanda da bir şubesi olduğunu öğrendim. Genellikle Hollanda takımlarının çoğunlukta olduğu bu turnuvaya, Fenerbahçe'nin de Hollanda'da şubesi olması dolayısıyla, ismi ile katılmış olması fikri oluştu bende. Nitekim Fenerbahçe altyapısı 1999 / 2000 senesinden bu yana Paf liginde şampiyonluk görmedi. Bunun yanında turnuvaya davet edilecek takımları belirleyen bir danışma kurulu var. Bu kurulun içinde II.Fatih Terim döneminde takımda olan Frank De Boer ile Ajax'ın eski başkanı John Jaakke de bulunuyor.

Bu sene bizim A2 dışında katılacak diğer takımlar ise şöyle:

AFC Ajax
Az Alkmaar
Chealsea FC
Botafogo - Brezilya
Fluminense - Brezilya
Chivas Guadalajara - Meksika
FC Nord Holland

Maçlar 22, 23 ve 24 Mayıs'ta oynanacak. Takımlar ilk gün birer maç yapacak. İkinci gün ise gruptaki diğer iki maçını tamamlayacak. Son gün ise yarı final ve final maçları var. Yukarıdaki sekiz takım, kura çekimi yapılarak iki gruba ayrılacak. Bu iki grupta averaj ve puan bakımından ilk ikiye giren takımlar yarı final oynayarak kupayı almaya çalışacaklar. Diğer takımlar ise gruptaki puan durumlarına göre 5/6 ve 7/8.'lik mücadeleleri yapacak. Bu arada kura çekimi de 2 Nisan'da yapılacakmış.

Copa Amsterdam, Hollanda ve Galatasaray altyapısını düşününce, acaba bu işte Hollanda Üçlüsü; Jan Derks-Neskeens-Rijkaard'ın  bir parmağı var mıdır diye düşünmeden edemedim açıkçası.

23 Mart 2010 Salı

A2 Ligi; Bursaspor 4 - 0 Galatasaray



A2 takım bugün çok farklı kaybetti deplasmanda. Maçı ne GSTV ne de BursasporTv'den canlı izleme şansımız olmadı. GSTV maçı banttan yayınlayacak. Bu yüzden maç yazısı yarın. 

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Maçı bugün (Çarşamba) GSTV saat 11:30 da banttan yayınlayacaktı. Ancak yayın akışı konusunda cenaze dolayısıyla bir değişikliğe gitmişler. Maçın ne zaman yayınlanacağını bilemiyorum. Bu yüzden maçı izleyemedim saat 12:30 itibariyle. Maçı izlemek isteyenler yarın sabaha karşı (perşembe sabahı) saat 04:30 da BursasporTv'den ücretsiz izleyebilirler. Dolayısıyla ben de sabaha karşı izlemeyi planlıyorum. Ve bu maç ile ilgili yazıyı yarın yayınlayabileceğim.

Bu kadar kısa olsun istemezdim ama Özhan Canaydın'a da Allah'tan rahmet diliyorum. Herşeyden önce Galatasaraylı bir beyefendi ve iyi bir insandı. Galatasaraylıların nasıl olması gerektiğine örnek teşkil edecek bir kişiliği vardı. Türk futbol camiasının başı sağ olsun, Allah yakınlarına sabır versin. 

22 Mart 2010 Pazartesi

Anket: Seneye Takımda Kimi Görmek İstemiyorsunuz?


Düşündüm, meraklandım acaba Galatasaray taraftarları kimi ya da kimleri seneye takımda görmek istemiyor, kimleri beğenmiyor, diye bir anket düzenleyeyim dedim. Bu anket, Tv izlemediğimden dolayı ismini bilemeyecek olduğum, bir yarışma programındaki ''Kim Gitsin'' formatına dönecek sanırım...

Deplasmandaki son Trabzon yenilgisi bazılarımızı oldukça kızdırdı / üzdü. Haftaya, umarım olmaz ama, olası bir Fenerbahçe mağlubiyeti sonrası acaba hangi oyuncular bu listede başı çekerler merak ediyorum. 

Yönlendirmek gibi olmasın fakat takımın sezon başından buyana orta sahanın performansını düşününce, ankette oyların çoğunu,  bu bölgede oynayan oyuncuların alacağını düşünüyorum.

Bilgi olarak, birkaç futbolcu seçmenizin de mümkün olduğunu belirteyim. 

21 Mart 2010 Pazar

Trabzonspor 1 - 0 Galatasaray, Yeni Bülent Korkmaz: Emre Güngör

Galatasaray'ın defans oyuncusu olarak uzun yıllar forma giyebilecek bir oyuncusu var bence. Emre Güngör, bana bu akşam Bülent Korkmaz'ı hatırlattı. Bayrak Adam da iyi oynardı maçlarda. Defansta rakiplere yerinde müdahalelerde bulunurdu. Bazen öyle anlarda öyle yerlerde bulunurdu ki derin bir oh çekerdik onun ismini duyunca. Topun kaleciyi geçtiği anlarda bile topun çizgiyi geçmesine izin vermezdi. Ama, Bülent Korkmaz Avrupa maçlarında inanılmaz hatalar yapardı. Ali Sami Yen'de Şampiyonlar Liginde bir Borrussia Dortmund maçı desem, herhalde birçoğumuz hatırlarız. İnanılmaz bir ıska yüzünden kaybetmiştik o maçı da tıpkı Emre'nin kaybettiği o top gibi. Şimdi dönüp bakıyoruz ve Büyük Kaptan'ı hep iyi şekilde hatırlıyoruz. Bence Emre de çok çalışarak bu takımın Puyol'u olabilir. Sonuçta kızmamak gerek ona bu hatası yüzünden. Gereksiz çalıma girip basit oynamayarak rakibe bir gol hediye etti ama birçok pozisyonu da engelledi. Maçın tekrar görüntülerinde görebilir misiniz bilmem ama, Engin Baytar Lucas Neill'i geçti ve Leo Franco ile karşı karşıya kaldı. Leo bu topu çıkardı ama top onun bacakları arasından geçseydi bile Emre çizgide idi. Bence bu pozisyon Emre Güngör'ün defansif olarak gayet iyi olduğunun  göstergesi. Bu akşam onun yaptığı hata ise tamamen orta sahanın hatasıdır diye düşünüyorum. Eğer orta saha oyuncuları olarak, defans oyuncularınızın bu kadar baskı yemesine izin veriyorsanız topu ileri taşıyamıyorsanız, bütün suç sizindir.

Daha önce yazmıştım. Orta sahamız pres yapan, ön alanda baskı kuran takımlara karşı oynayamıyor. İlk yarıda Fenerbahçe maçında da böyle olmuştu. Haftaya da böyle bir maç izleyeceğiz kanımca. Orta sahamız topu ileri taşımak konusunda yeterince beceriksiz oyunculardan kurulu olduğundan, artık yiyeceğimiz bu tip gollere kızmak yerine alışmalıyız. Daha önce de Topal'ın, Servet'in kaptırdığı toplar yüzünden gol yemiştik. Çok açık ve net! Bu takım pas futbolu oynamaya çalışıyor fakat beceremiyor. Yapabildiği en iyi şey pas konusunda uzun toplar çıkarmak. Bunu da takımda en iyi yapan oyuncu Elano. Neill ve Caner de bunu iyi yapabilen isimler. Ancak bu gece ne Elano ne Caner iyi oynadı. Özellikle Caner'in attığı uzun toplar, kornerler de dahil olmak üzere neredeyse hiç yerini bulmadı.

Galatasaray aslında bu uzun top oynama sevdasından hemen vazgeçmeli ama kısa pas yapabilecek bir orta sahamız da olmayınca geriye başka seçenek kalmıyor Rijkaard-Neskeens açısından.Bu takım, ya uzun top yaparak zevksiz futbol oynayacak, ya da defans hattımızın orta sahamızla birlikte kısa pas yapabilme ve topu ileri taşıyabilme kapasitesini artırıp, hücum kombinasyonlarıyla zevkli maçlar izletecek. Bu ikincisi zor olanı tabi ve Jo yüzünden bu takım sahada kolay olanı yapmaya çalışıyor bu sıralar. Takım bir ara o kadar çok uzun top atar olduk ki, maçı izlerken, acaba Servet oyuna girdi de ben mi farketmedim, dedim kendi kendime.

Bu arada daha önce Keita, GSantos, Jo ve Elano'yu Bmw'nin yeni M5 modeline benzetmiştim Kasımpaşa maçı sonrasında. Bu takım saatte 305 km hız yapacak gibi ama Arda topu ayağında fazla tutarak takımın birinci viteste kalmasına sebep oluyor demiştim. Takımın hızlı ve tek pas oynaması gerekirken Arda'nın topla oynaması yeterince ızdırap verici ancak ileride forvetlerin top tutamadığı maçlarda Ardasız oynamak daha büyük bir ızdırapmış, bunu da bu akşam acı çekerek öğrendik sanırım.

Topal&Sarp Beceriksizim Sol Ayağım Yok Anonim Şirketinden herhangi biri oynadığında, Barış ve Elano'da bu şirkete ayak uyduracaksa Galatasaray'ı yeni mağlubiyetler bekliyor demektir. Şunu üzülerek söylemeliyim ki, belki de Ligdeki ön kötü orta saha oyuncularından bir kaçı bizim takımda. Seneye en az 2 kaliteli orta saha oyuncusu alınması gerektiğini düşünüyorum. Topal ve Barış iyi yedekler olabilirler belki ama şampiyonlar ligini kaldıracak kapasitede oyuncular olmadıkları kesin.

Avni Aker'de bizim takımda oynayan, hörgücü olan bir canlı gördüm sanki. Koşmayan pek mücadele etmeyen bir deve gibi ağır hareket eden bir ''16'' numara vardı ikinci yarıda.

Bu orta saha ile önümüzdeki maçta kötü bir sonuç ile karşılaşırsak Sami Yen'de buna da pek şaşırmamak gerekir. Umarım daha fazla puan kaybetmeden Şampiyonlar Ligine katılma şansı elde ederiz.

19 Mart 2010 Cuma

Hürriyet Gazetesi Paçavradır, Okuyan da Takip Eden de Dangalaktır!

Bunu şu an sinirimden yazıyorum. Özellikle ''Spor Servisi''nde çalışan IQ'su düşük insan evladı demeye bin şahit lazım olan kişiler için yazıyorum. Üniversite yıllarımdan buyana geçen uzun süre içinde takip ettiğim birçok gazete ve köşe yazarlarını kıyaslayarak, spor haberlerini ve güya namı spor yazarı olan Renk Yazarlarını tartarak tamamiyle objektif ve renk körü olmadan söylüyorum. Medyadaki uzaktan kumandalı bir çok dangalak için söylüyorum.

İsmi lazım olmayan bu salakları takip etmeyin, tıklamayın, okumayın. Elinizden geldiğince de çevrenize bildirin bu aşağılık insanları, duyurun yüksek sesle bunların yaptıklartını.

Bu insan bozuntusu gerizekalılar bize haber falan vermiyorlar, bizleri kandırmaya çalışıyorlar. Alenen ve bizleri aptal yerine koyarak!

Tekrar ediyorum bu insan müsvettelerini takip etmek DANGALAK olmak ile eşdeğerdir!

17 Mart 2010 Çarşamba

A2 Ligi;Galatasaray-Beşiktaş: 1-0 , Emre Çolak'ın Saygısızlığı


A2 Liginde Marmara Bölgesinde başa güreşen iki takımın derbi mücadelesinde gülen Galatasaray oldu. Böylece puanını 56'ya yükselterek liderliğini devam ettirdi, Beşiktaş ise 52 puan ile ikinci sırada kaldı. Maçta sağ bek Çetin Güngör ve stoper Murat Akça sakat olduklarından, ileri uçta oynayan Berkin Kamil Arslan ise milli takımda bulunduğundan forma şansı bulamadılar.

Ancak bu İstanbul derbisinde, A takımda forma şansı yakalamakta zorluk çeken Emre Çolak vardı ve ilk 11 başladı. Daha önce GSTV'ye yaptığı açıklamalarda bu maçları önemsediğini ve böylece maç eksiğini kapattığını belirtmişti. Röportajda oldukça toy olduğu belli oluyordu. Açıkçası, Emre Çolak'ın Ziraat Türkiye kupasında attığı iki gol ve artık A takımla lig maçlarına çıkıyor olması kendisini birazcık yükseklerde görmesine sebep olmuş. Ben o röportajdan bunu çıkarmıştım. Umarım yolunu kaybetmez bu şekilde... 

Bugün Emre Çolak çok güzel bir maç izlettirdi bize. Attığı çalımlar tek kelimeyle enfesti. Rakiplerini harikulade şekilde geçti, güzel paslar attı. Fakat kolektif futbol adına pek iyi olduğu söylenemez, ikinci yarıda daha sade oynadı, çalım atmak yerine arkadaşlarına paslar atmaya çalıştı. Emre bireysel yeteneği üst düzey bir oyuncu. Golden hemen önce, iki kişi arasında idi. Seken bir top vardı ortada, Çolak bu topu tereyağından kıl çeker gibi aldı adeta iki kişi arsından. Topu sektire sektire çaldı rakiplerinden. Sahadaki Canerlerden rakibi  sol bek Caner Turp topa elle müdahale etmesine rağmen ondan topu çalmayı başardı. Yan hakem bayrağını kaldırdı fakat orta hakem avantaja bıraktı. Emre Çolak daha tam anlamıyla profesyonel olmadığını burda kanıtladı adeta. (Zaten Maç bitiminde kazanılan penaltı için takım kaptanı Cumhur ile saha içinde tartıştı.) Bir elle oynama vardı, yan hakem bayrak kaldırmış ama orta hakem düdük çalmamış avantaja bırakmış oyunu. Çolak ise topu rakiplerinden güzelce aldı, korner bayrağına yakın orta yapmak ya da içeri girmek yerine çizgi üstünde topu ayağının altında tutup bekledi, ellerini kaldırdı, hakeme itiraz etti. Oyuna devam etmedi. Halbuki avantajlı idi. Çolak, iki rakibini de eksiltmişti, oyundan düşürmüştü. Hakem daha sonrasında düdüğünü çaldı. Gol de bu duran toptan geldi. Sinan'ın yaptığı kafa vuruşu direkten döndü, sonrasında top Ahmet Kesim'in önüne düştü ve o da kafayla tamamladı. Bu golden önce de yine duran toptan Beşiktaş'ta Batuhan'ın kafa vuruşunun direkten döndüğünü belirtelim. Maçta sadece iki pozisyon bulabilen Beşiktaş'ın bir pozisyonu bu idi. Diğerinde de kaleci Emirhan, sol açık Ali Küçik'in ayaklarından top almasını bildi fakat top elinden kaçınca, ceza yayı içerisinde geriden gelen Samet'in vuruşu az farkla üstten auta gitti ikinci yarıda.

A2 takımın maçlarda oynadığı futbolun, A takımda oynanan / oynanmak istenen hücum futbolu seviyesinde olmasını beklemek tabiki hayalcilik olur. Ancak takım bugün bence çok pozitif oynadı. Tugay ile birlikte çalışan Jan Derks'in altyapıya bir şeyler kattığını hissettim maçı izlerken. Şöyle ki, A2 takımı A takımın oynamak istediği futbolu oldukça yalın bir şekilde oynuyor. Sizlere tavsiyem bir iki altyapı maçını izlemeniz. Rijkaard ile bir sezonun sonunda doğru yaklaşıyoruz, Derks'in katılması üzerinden de bir süre geçti. Altyapı'dan bu sürede bir Messi çıkması elbette mümkün değil ama Hollanda Üçlüsünün altyapıya neler aşılamaya çalıştıkları bu geçen sürede biraz biraz belli oluyor tıpkı bir tohumun filiz vermesi gibi.

Rijkaard-Neskeens ikilisi, Jan Derks / Tugay ve Nedim Hoca ile oldukça koordinasyonlu çalışıyor görünen. Rijkaard A takımda ne yapmak istiyorsa A2 de onları yaptırıyor. Geçtiğimiz günlerde yine GSTV'de soru-cevap programına katılan Rijkaard uzun toplar hakkında bir soruyu şu şekilde cevaplamıştı. Soru ve cevap şöyleydi.  


''Skoru değiştirecek vakit varken, Galatasaray atılan golden sonra hep uzun toplarla sonuca gitmeye çalıştı. Taktiksel bir tercih miydi bu yoksa takım son dakikalarda kontrol kaybı mı yaşıyordu?''


''Uzun toplar tabii ki kullanılabilir ama bunu kullanmak için ileride uzun boylu oyuncunuzun olması gerekiyor. Kanatlardaki iki oyuncunuz da yakın durması gerekiyor. İkinci yarıda kullanılan bu uzun toplar çok isabetli olmadı. Oyunu açmanız ve  kanatlara yaymanız gerekiyor. Geriden uzun top atmadan ziyade, kanatlardan uzun toplar atılabilir. Maçtaki bu tip seçimlerimiz çok fazla doğru olmadı.''


Rijkaard bu açıklamayı yapmadan önce, izlediğim Bld.Spor ve Boluspor maçlarında, A2 takımın uzun topları sağ ve sol bekler ile kullandığı dikkatimi çekmişti. Sol bekte Berk Nezizroğulları ile Cemre, sağ bekte ise Yusuf Onur Arıkan bunu deniyordu. İleride kanatlarda Mertan Caner Öztürk, Caner Öztel, Anıl Dilaver ya da Berkin Arslan'a uzun top atılıyor. Boy ve fizik olarak Servet Çetin'e çok benzeyen Sinan'ın uzun top kullandığına şahit olmadım desem yeridir. Eğer A takım maçlarına dikkat ederseniz, oyun kurmakta zorlandığımız ve baskı yediğimiz zamanlarda sağ ve sol bekler uzun top kullanıyor. Caner/Hakan ve Sabri/Uğur... Uğur uzun top atma konusunda ise Sabri'den daha yetenekli bence, Caner ise hepsinden. Tabi Servet'in attığı şişirme toplar istisna. Emre Güngör'ün Neill ile oynadığı maçlarda takım inanılmaz şekilde top yapar olmuştu... Bugünkü maçta ise Cem Sultan'ın uzun top almak için, tıpkı Jo gibi kanatlara özellikle sağ kanada kaydığını gördüm.

Kasımpaşa maçında ileri üçlünün yer değiştirerek rakip defansın dengesini bozma durumunun bir benzerini de yine bu maçta Cem Sultan, Caner Öztel, Anıl Dilaver ile görme şansım oldu. Tohumdan çıkan filiz işte bu. Bu ve bunun gibi taktiksel hareketler, hücum kombinasyonları...


A2 takım 4-2-3-1 şeklinde oynadı. Orta sahanın defansif iki orta saha oyuncusu Cumhur ve Uğur Ayhan göze batan bir futbol sergilemediler ama görevlerini tam anlamıyla yaptılar. Özellikle Beşiktaş ikinci yarı bir ara baskı kurdu ve bu baskıyı paslaşarak, öyle güzel ileri taşıdılar ki sonunda bir kırmızı kart geldi. Görünen o ki A2 takım kendi yarı alanında press gördüğünde uzun pas yapmadan topu ileri taşımak konusunda A takımdan daha başarılı. Topla, Sarp, Ayhan, Barış, Servet'in yapamadığını Ahmek Kesim, Sinan, Berk, Onur, Cumhur ve Uğur Ayhan daha iyi yapıyor.Aslında benim dikkatimi çeken başka konularda var ama uzun uzun yazdığınızda bunun insanları sıktığını düşünüyorum açıkçası. Rijkaard'ın sisteminin altyapı üzerindeki etkisi hakkında bir yazı düşünüyorum önümüzdeki günlerde. 
Genel olarak Galatasaray baskısıyla geçen maç ileride hücum kombinasyonlarının başarılı olmaması ve bireysel hataların çokluğu nedeniyle biraz sıkıcı bir hal almaya başlamıştı maçın sonlarına doğru, fakat son dakikalar oldukça ilginç geçti. İkinci yarıda Kaleci Emirhan'ın sakatlık geçirdiği pozisyon nedeniyle maçın sonunda 7 dakikalık bir uzatma oldu. Bu uzatma dakikalarında ise Beşiktaş iki kırmızı kart gördü. Üç oyuncu değiştirme hakkını kullanan Beşiktaş, son dakikalarda oyuna devam edemeyen Samet nedeniyle maçı 8 kişi tamamladı. İlk kırmızı kart oldukça yerinde idi. Sağ bek Oğuz Ceyhan Galatasaray'ın kontra atağını elle kesti. Daha önce de sarı kartı vardı bu oyuncunun. İkinci sarı kart ise taç atışı sırasında oldu. Maçı GSTV'den izlediğimden tam göremedim ama yan hakeme itiraz sebebiyle ikinci sarı kartını gördü Beşiktaştan sol bek Caner Turp. Hakem maç boyunca oyuncuları uyarmıştı itiraz konusunda, hatta Beşiktaş'ın 4-3-3'ünde ileride Batuhan'ın solunda oynayan Ali Küçik bu yüzden sarı kart görmüştü. Bu maçta kimse Beşiktaş'a iki kırmızı kart ve aleyhine penaltı oldu diye saçma yorumlarda bulunmasın. Hakem maçı gerçekten iyi yönetti. nerdeyse hatasız tamamladı, maçı olumsuz etkileyen kararları hiç olmadı. Ali Küçik'i itirazlarını sona erdirmesi için bir kaç kez uyardı ondan sonra sarı kartına başvurdu. Beşiktaşlı Caner'in oyundan çıkmasından hemen sonra sağ bek Onur Arıkan aniden taç atışını kullandı ve topu çizgiye yakın yakalayan Mertan Caner Öztürk orta yaptı, top defansa çarptı ve kalecinin birkaç adım ötesine düştü, Galatasaray'da diğer Caner kaleciden önce müdahale edince yerde kaldı ve Galatasaray son saniyede bir de penaltı kazandı.

İşte ne olduysa güzel bitecek bir maçın kötü bitmesine, bu an sebep oldu. Topun başına iki oyuncu geçti, takım kaptanı Cumhur ve Emre Çolak. İşin ilginç tarafı Emre Çolak ısrarla penaltıyı atmak istedi. Cumhur ise topa basmış arkası kaleye dönük vaziyette Emre'ye kulübeyi gösterip durdu. Aralarında bir tartışma oldu, Emre arkasını dönüp kulübeye baktı. Nedim Hoca'nın talimatı penaltıyı Cumhur'un kullanması yönünde olunca çok sinirlendi Çolak ve penaltı noktasında duran topu dışarı doğru tekmeledi. Bence takım kaptanı Cumhur'a,  diğer takım arkadaşlarına, Hocasına Emre Çolak'ın bu yaptığı saygısızlık hatta terbiyesizliktir. Emre söylene söylene sinirli bir şekilde orta sahaya doğru yürürken yanına Onur Arıkan geldi. Emre onu da iterek söylenmeye devam etti. Oldukça hırçın davrandı bu penaltı atma kararı yüzünden. Penaltı ne oldu derseniz gol olmadı, Cumhur atamadı ya da bilerek atmadı. Biz yine de iyimser olarak kaleci kurtardı diyelim buna. Her takımın penaltıcısı bellidir aslında. Birinci penaltıcısı, ikinci penaltıcısı, serbest vuruşları kornerleri kullanacaklar bellidir. Bunların içinde Emre Çolak kesin vardır, ama takım içindeki dengeleri pek önemsemiyor görünen Çolak ve kendine oynamaya çalışıyor anlaşılan.

Ben Emre Çolak'ın maçın son dakikasında altı üstü bir penaltı vuruşu için yaptığı bu densizliği, A2'de oynadığı çalım atma sevdalısı Hasan Şaş futbolunu ve GSTV'deki açıklamalarını yan yana koyunca kendisinin parlamadan söneceğini düşünüyorum. Takım futbolu oynamak yerine kahraman olmaya çalışıyor kanımca. Ama Rijkaard-Neskeens onun kulağını çekecektir, diye düşünüyorum. 

Tribünden Düşen Adam ve Saha Kapatma Üzerine


Ali Sami Yen'de ''Sulu Maç''tan bu yana, bu kadar yankı uyandıran bir rezillik olmadı. Türkiye'nin en başarılı futbol takımını destekleyen, camia içerisinde isim yapmış en önemli taraftar organizasyonunun kendisine mesken tuttuğu tribünde, Kapalı Üst'te yaşanan bu olay, özeleştiri yapılması gereken bir durum.

Beşiktaş taraftarı olduğu rivayet edilen bir kişinin taraftarlar tarafından tribünden aşağı atıldığı yazılıyor, yorumlanıyor bir çok blogda, haber yayın organlarının internet sitelerinde... İzleyenler ve izlemeyenler için şu ana kadar yayınlanan en uzun video'ya göz atmalarını tavsiye ediyorum. Milliyet.com.tr veya diğer sitelerde daha ziyade adamın atladığı anlar var.

Şimdi bu görüntüleri mantıklı olarak analiz edelim. Beyaz montlu bir kişinin, Kapalı Üst diye tabir edilen tribünde korkulukları aşmış bir şekilde, tribün çatısının en uç kısmında oturur bir vaziyette görüntüler başlıyor. Bu şahıs aşağıdakilerle konuşuyor. Kiminle konuştuğu belli değil, belki özel güvenliklerle belki alt tribünde taraftarlarla... Dikkatli izlenirse, sonra video'da bir kesinti var! Kesinti sonrası bu şahıs en uçta oturmuyor ve ayakta, korkuluklara / trabzanlara yakın. Bu sırada özel güvenlik görevlileri, korkulukları geçmiş olan 2-3 kişiye müdahale ediyor. Fakat sandalyenin atıldığı taraftan ekrana göre sağ taraftan bir kişi güvenlikçilerin arkasından geliyor ve bu beyaz montlu kişiye saldırıyor. Kamil Sözen isimli olduğu belirtilen bu şahıs, kendisine saldırandan kaçmaya çalışıyor ve tribün çatısının uç kısmına sürünerek ilerliyor. Eğer dikkat edilirse, dövmeye çalışan kişi de beyaz montluyu elinden kaçırmamaya çabalıyor, montundan çekiyor bir kaç kez. Ya dövmek için ya da aşağıya düşmesini engellemek için... Burasını bilmemiz mümkün değil elbet. Ama kişisel yorumum daha fazla dövebilmek için. Daha sonra güvenlik görevlisi yetişiyor. Beyaz montlu kişinin alacağı darbelerden dolayı aşağı düşmesini önlemek amacıyla saldırganı kontrol altına almak istiyor. Dayak yiyen kişi ise kendini aşağıya bırakıyor / atlıyor.

Burada şurası kesin ki, medyamız ya da çeşitli bloglarda yaygın şekilde haber yapıldığı üzere Galatasaray taraftarları Beşiktaş taraftarını tribünden aşağı ATMAMIŞTIR! Görüntüler gayet açık ve net. Bir grup taraftar ya da bir kaç kişi, beyaz montlu bir kişiyi dövmek ya da linç etmek istemiştir, bu kişi de canını kurtarmak için kendisini aşağı atmıştır. Belki de söylenmesi gereken en doğru yorum bu. Ama dediğim gibi görüntüleri iyi analiz etmemiz gerek.

Şimdi bir sorum var: Bir insan neden bir tribünün korkuluklarını aşar, çatı kısmına gider, en uçta otururur, aşağıdakilerle konuşur ve sonra bir kişi tarafından dayak yer? Önce bu soruyu yanıtlayalım. Bu şahıs dayak yemekten kaçmış, gitmiş tribünün çatısına oturmuş, aşağıdakilerle sohbet ediyor... Sizce bu mantıklı mı? Eğer dayak yemekten kaçıyorsanız, bulursunuz bir güvenlikçi ona sığınırsınız, o tribünü hemen terketmeye çalışırsınız. Mantıklı olan biri bunu yapar. Diyelim ki bu kişi alkollü idi. O zaman bu kişi nasıl oluyor da devre arası da dahil olmak üzere en az 105 dakika ayılamadı? Aşırı alkollü idiyse, en iyi ihtimalle bu adam içti içti ve maçın bitimine 15 dakika maça girdi... Bu da olukça anlamsız duruyor. Bilemiyorum belki de akıl sağlığında bir sorun vardır bu kişinin. Bir grup taraftar ya da birkaç kişi tarafından linç edilmek istenmiştir dedik ancak görüntülerde linç edilme durumu da yok. 2-3 kişi korkulukları aşmış ve güvenlikçiler tarafından engellenmiş. Bir başka şahıs ise özel güvenlik görevlilerinin dikkatini çekmeden korkulukları geçerek beyaz montlu Kamil Sözen'e saldırıyor.

Bu kişinin aşağı atlama sebebi her ne olursa olsun ortada bir sorun var. Her profesyonel kulüp kendi stadyumunun güvenliğinden, kendi taraftarının organizasyonundan sorumlu olmalıdır. Kısaca taraftarına mukayet olmak zorundadır. Bir kişi korkulukları aşıp çatının en uç kısmına ulaşıyorsa, özel güvenlik görevlileri görevlerini tam yapmıyor demektir. Hoş gerçi, herkesin başına bir adam dikemezsiniz binlerce kişinin bulunduğu stadyumlarda... Görüntülere bakınca da Galatasaray kulübünü suçlamak aslında yanlış olmakta. Sonuçta orada güvenlik görevlisi mevcut ve gerçekten işini yapmaya çalışıyor. Ancak işini tam olarak yaptığını da söylemek pek mümkün değil meydana gelen bu durum itibariyle. Belki güvenlik görevlilerinin ya da tedbirlerinin bu olay sonrasında yetersiz olduğu tespit edilebilir. Ama dediğim gibi herkesin başına bir adam dikemezsiniz.

Herhangi bir stadyumda bir takımın taraftarı olmak demek, insanlıktan çıkmak anlamına da gelmemeli sonuçta. Ama olayın bir de kitle psikolojisi, insan psikolojisi denen boyutu var. Kimse kimseye de durduk yerde saldırmaz. Yanlış anlaşılmasın meydana gelen bu olayı sempatik hale getirmeye çalışmıyorum ama bu na-hoş olay, saha kapatma gibi ciddi sonuçlar doğurmamalı.

Bazıları yazmışlar çeşitli forumlarda, bloglarda. ''Beşiktaş'ın 3 maç sahası kapatıldı bıçakla adam yaralama olmuştu, bu olay ile o olayın farkı nedir? Aynıdır ve aynı ceza verilmeli'', ''05 maç ceza olmalı'' Özellikle yaklaşan Fenerbahçe maçı nedeniyle Fenerli taraftarlar ve Medya'nın Über!, Güya! ''Spor'' Yazarları da Galatasaray'a bel altından vurmaya başladılar. Özellikle Hürriyet.com.tr'nin nasıl da Galatasaray'a yüklendiğine şahit olun lütfen.

Şunu açıklığa kavuşturmak lazım. Eğer her kavga çıkan her maç sonrası bir takıma saha kapatma / seyircisiz oynama gibi cezalar verilecekse, 50 Fenerli toplanır, Galatasaray maçına girerler statta olay çıkarırlar ya da Galatasaraylı 50-60 kişi giderler Bursa'ya, tribününde olay çıkarırlar, Bursa'nın Galatasaray'ın statları kapanır sonrasında da herkes birbirinin stadını kapattırır olur biter... Böyle bir lig oynanamaz, büyük sorunlar ortaya çıkar. Türkiye'nin her yerinde insanlar stadyumlarda tartışmalar, kavgalar yaşıyorlar. Genellikle  büyümeden çevredeki akil insanlar tarafından engelleniyor büyümeden. Sonuçta bir takım taraftarı rakip takımın tribününe saldırmadı büyük çapta olaylar çıkmadı. Olay tabi ki ciddi bir olaydır. Bir kişi kavgadan / dayak yemekten / linç edilmekten (adını siz koyun) kaçmak için kendisini tribünden aşağı atmış.

Yaşanan bu olay sonrasında sonuçta kitapta ne yazıyorsa bunlar uygulansın. Hastanedeki bu şahsın hayati tehlikesi olduğu söyleniyor. Bu kişi iyileşirse eğer (umarız sağlığına kavuşur) çıksın olayları anlatsın, ne olduğunu, niye çatının en uç kısmına gidip oturduğunu, aşağıdakilerle ne konuştuğunu anlatsın, neden daha sonra dayak yediğini bir kaç kişinin neden kendisine saldırdığını, bazı taraftarların neden koltukları kendisine fırlattığını  kendi açısından kamuoyu ile paylaşsın.

O tribündeki Galatasaray taraftarı en az 105 dakika, üzerindeki Beşiktaş Armalı montuyla kendisine saldırmadı da neden maç bitiminde bu olaylar meydana geldi bunlara cevap versin. Galatasaray'da bundan sonra cezasını çeksin. Bazıları adaletten bahsediyor. Ama adaletten bahsederken renk körü olmamak lazım. İnönü'deki bıçaklama olayına verilen cezanın yanında hatırlanması gereken başka olaylar da mevcut. Şunu da unutmamak gerekir. Kadıköy'de hakemin maç öncesinde kafası yarıldı ve maç ertelenmedi! Diyarbakır - Bursa maçında ise hakemin kafasına taş geldi, maç tatil edildi. Yine Kadıköy'deki maç sırasında sahaya atılan maddelerden biri Keita'nın gözüne geldi. Bu cisim sebebiyle futbolcu geçici ya da kalıcı bir görme sorunu ile karşı karşıya kalabilirdi. Maç sırasında şükür ki böyle bir şey olmadı. Ancak bu gerçekleşseydi, İBB - Diyarbakır maçında olduğu üzere, seyircinin sahaya girmesi gibi fener taraftarları da maça doğrudan müdahale etmiş olacaktı? Ve sahaya atılan maddeler sonucu Fenerbahçe ne ceza aldı?

Sizce sahaya yabancı madde atmak kasten adam yaralamaya teşebbüs değil midir? Bir tribünde çıkan kavga sonucu bir kişiyi öldüresiye dövmek(ki kamera görüntüleri linç girişimi gibi bir durum olmadığını gösteriyor) ve sonunda adamın kendisini aşağıya atmasına (ki dayak yememek adına o çatıda bulunduğum yerden kaçardım aşağı atlamak yerine, zaten güvenlik görevlileri yakında idi) sebebiyet vermek de adam yaralamaya teşebbüs anlamına gelmez mi? Eğer tüm bunlar bir taraftarın bıçakla stada girmesi ve adam öldürmesi ile aynı ise verilen cezalar da aynı olmalı.

Ancak şunu da unutmamak lazım, ya bu şahıs sırtına Beşiktaş Montu geçirmiş bir Fenerli ya da Bursalı ise? Yok artık bu kadarı da komplo teorisi demeyin ihtimaller her zaman vardır ne de olsa.

Neyse, Federasyon gerçekten önemli sınavlardan geçiyor, umarım doğru kararlar verir. Şaibesiz ve futbol dışı faktörlerin, futbolu etkilemeden biten bir lig olması dileğiyle...

16 Mart 2010 Salı

Uçan Adam Keita'nın ayaklarının yere basmadığı anlar...

Düşündüm taşındım bu oryantal adamın havadaki, ayaklarının yerden kesildiği anlardaki fotoğraflarını derlemeye karar verdim. Bakalım neler varmış...



6 Arjantinli Keita'nın başında...


Hemen sonrası da bu aşağıdaki olmalı...






Atletico Madrid maçından... Kendisi pek görünmese de orada.





200 metre engelli mi desek buna...









Sizce de kanatları yok mu bu adamın yoksa kendisiyle birlikte taraftarı da mı mutluluktan uçurabiliyor? 

15 Mart 2010 Pazartesi

Galatasaray - Ankaragücü : 3 - 0, Uçan Adam Keita ve Kralın Golle Dönüşü

Galatasaray alıştığımız 4-3-3 oynadı yine bu gece. Bir an 4-4-2 ye dönecek gibi gözüktü ikinci yarı. Rijkaard iki farklı üstündü, Euro 2000'de kendisini eleyen rakibi, Lamerre karşısında. 4-4-2'yi oynadığında sıkıcı bir takım hüviyetine bürünüyordu Galatasaray. Zaten pozisyon zenginliği açısından verimsiz geçen maçın daha da sıkıcı olacağından korktum, ama daha sonra Kralın Dönüşü ile birlikte yine 4-3-3 izledik çok şükür.

Maçın başında sağda alıştığımız oryantal Keita, solda ise Gio dos Santos vardı. İlk yarı sona erdiğinde, Gio takımda en çok koşanlar sıralamasında üçüncü oldu. Ancak çok koşup, rakibi kovalamasına rağmen bu akşam verimsiz oynadı. Yaptığı top kayıplarından dolayı demoralize oldu ve gittikçe de oyundan düştü. Gio yetenekli ve genç bir oyuncu. Her ne kadar bizim altyapımızdan yetişmemiş olsa da, Aydın Yılmaz'a gösterilen sabrın ona da gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendisi, neler yapabileceğini ispatlamıştı Kasımpaşa maçında ve daha da iyi olacaktır. Bu akşam kötüydü ancak bu şekilde devam ederse, Kewell'ın takıma katılması ve Arda'nın da mevcut performansları nedeniyle takımda ilk 11'i zor göreceğini  düşünüyorum.

Gio ne kadar verimsiz oynadıysa Keita da o kadar çalışkan ve üretkendi. Bazı posizyonları gereksizce harcıyor aslında Keita, fakat yaptığı olumlu katkılar daha fazla. Örneğin attığı golde yaptığı pres ve top çalması... Takımın hücum oyuncularının ön alanda daha fazla yapması gerektiğini düşünüyorum. Keita ve Arda son maçlarda bunu sezon başına oranla daha belirgin yapar oldular. Bunun sonuçlarını da almaya başladı takım. Keşke Atletico maçında da bunu yapabilseydik. Benim aklım hala orda...

Atılan ikinci golde ise Keita'nın eliyle topa müdahale ettiğini ya da belkide çarptığını belirteyim. Hakemler bunu göremedi maalesef. Her objektif Galatasaraylı gibi ben de şahsım adına şunu söylemeliyim: Elle oynama ya da haksız kazanılan penaltılar ile atılan golleri görmek istemiyorum bu takımda. Birçoklarının sonradan dillendirmeye hevesli oldukları lakırdıları sağda solda duymak çok irite edici çünkü. 

Eskişehir maçı sonrası hazırlayıp yayınlayamadığım yazıda Görünen ''Köy'': Orta Saha diye başlık atmıştım. Haftalardır maçı izlerken orta sahaya dikkat ediyorum. Kim nasıl pozisyon alıyor, ne kadar yardımlaşıyor, nasıl mücadele ediyor, nasıl alan daraltıyor... Bunları takip etmeye çalışıyorum.Ülkenin köyleri gibi az gelişmiş orta sahamızın defansif yönüne değil ama ofansif yönüne takılıp kalmış durumdayım. Defans yönünü bir şekilde yapmaya çalışıyorlar zaten. Bu akşam da gördüğümüz üzere, kendi yarı sahamızda alan daraltma sevdamız Atletico Madrid ve Beşiktaş maçlarında belirgin ölçüde hissedilmişti. Bu yüzden orta saha olarak defansif anlamda yapılması gerekenler çok fazla değil. Daha küçük bir alanda topun peşinden koşmak, alanı mümkün olduğunca daraltmak, adam kollamak... Zaten rakip takım ceza sahasına yaklaşsa da defans oyuncuları bir şekilde topu kazanıyorlar ve topu ileri uzatmak adına Ayhan/Topal/Sarp/Barış'a veriyorlar. Fakat bu oyuncular topu hızlı bir şekilde ileri taşımak konusunda Kaptan Arda Turan ile yarışır durumdalar. Özellikle baskı yediklerinde en iyi ihtimalle enlemesine oynayarak, topu kanatlardaki beklere ya da orta saha çizgisine yakın ileri üçlünün kanat oyuncularına gönderiyorlar. Çoğunlukla da Servet,Neill ya da Franco'ya...Sonuç: Sıkışan ve baskı yiyen bir defans, akabinde uzun toplar ve top kaybı. Böylece rakibin daha fazla yüklenmesini kolaylaştırmak. 

Takım, uzun süreli defans yapmak zorunda kaldığında bunu olması gerektiği gibi yapamadığından mutlak pozisyon veriyor rakibe. Gol ile sonuçlansın ya da sonuçlanmasın sonuçta gol pozisyonlarını rakibe vermek adına oldukça cömert davranıyor defans hattımız. Neill takımın defansının toparlanmasını sağladı. Hatta hala defans ile uyum sağlayamamış Caner'e rağmen, takım defans adına iyi görünebiliyor zaman zaman. Fakat Rijkaard-Neskeens takımın savunma yapmayı öğrenmesini istiyor gibi. Zaman zaman gereğinden fazla defans oynuyor ''Galatasaray Hücumspor'' takımı.

Köy gibi az gelişmiş orta sahadan bahsediyordum. Sol ayağı nerdeyse olmayan Sarp ve Topal, topla birlikte topla oynamadan, vücut hareketleriyle gelen baskıyı kırmak ve pres yapan rakibi oyundan düşürmek adına herhangi bir hareket yapamayan oyuncular. Baskı gördüklerinde topu kaybetmemek adına yapabilecekleri en olumlu hareket defans oyuncusuna bir pas oluyor. Takımın her şeyden öte asıl sorunu budur. Sarp ve Topal'ın bu takım ve oynanmak istenen futbol için yetersiz olduğu bir gerçek. Dikine oynayamayan, ileriye topu taşımakta zorlanan ve mücadele etmek adına zayıf kalan bir orta sahamız var. Barış Özbek bu takımda iyi bir alternatif belki ama o da pas trafiğini iyileştirmek adına güvenilecek bir isim değil maalesef. 

Geriye kalıyor Elano. Elano'ya ihtiyacımız büyük ve onun takımda 2-3 sene daha kalması gerek oynamak istediğimiz pas futbolunu başarabilmek için. Dünya Kupası sonrası Keita ve Elano'nun bizimle kalması, Rijkaard ile Neskeens'in sözleşmelerinin uzun süreli olarak uzatılması, takımın geleceği adına harikulade transferler olur. Elano her ne kadar bu akşam çok iyi bir futbol ortaya koymayıp orta sahadaki ''köylülere'' uysa da, önümüzdeki maçlarda kalitesini ortaya çıkaracaktır yeninden. Bu arada Elano'dan hiç uzaktan şutlar görmüyoruz. Gerçek anlamda takımın rakip sahada baskı kurduğu ve yerleştiği anlarda çalışılması gereken bir set olmalı Elano'nun şutları. Bunun Rijkaard tarafından önümüzdeki sezon öncesi hazırlıklar sırasında organize edileceğini ümit ediyorum. Şu sıralar gördüğüm ve anladığım kadarıyla Rijkaard-Neskeens takımın alan daraltarak savunma yapmasını oturtmaya çalışıyorlar.

Hücum setleri demişken, bu akşam Galatasaray aslında hücumda oldukça kısır bir maç izletti bize. Keita'nın daha önceki maçlarda olduğu gibi oryantal performansını pek göremesek te, onun çabalarıyla maç kazanıldı. Ligimizin yakın tarihine baktığımızda, bu kadar yetenekli olup, performans açısından bu kadar istikrarlı bir adam daha hatırlamıyorum. Bir insan sürekli parende atar mı sahada? Adamın her hafta ayakları yerden kesiliyor nerdeyse...Bu akşam maçtan Keita'nın performansını çıkardığımızı düşünürsek, hazırlanış açısından kayda değer sadece bir pozisyon vardı. Barış'ın farklı şekilde auta giden vuruşu. Elano güzel bir pas attı Keita'ya. Kara Şimşek o gelen güzel pasla tek top oynadı ve harika bir asist yaptı. Barış'ın Beşiktaş maçında Elano'nun asistini kafayla gole çeviremeyişi ve bu pozisyonu düşününce kendisine kızmamak elde değil. Son vuruşlarda yetersiz hissettiriyor kendisini. Herneyse, taraftar olarak hazırlanış açısından güzel goller poziyonlar izlemek istiyoruz, yensek te yenilsek te... İşte maçta göremediğimiz ana tema buydu.

Son saniyelerde son sözü söyleyen Kral'a, ben de son paragrafta değineyim. Kendisini çok özlemiş bir hayranı olarak, attığı bu gol ile içimden, keşke sakatlanmamış olsaydı, dedim Şu an Makakula ile gol krallığında yarışan ve belki de onu geçmiş isim olacaktı. Geride kalan maçlarda 3er 5 er gol atması ve bu sene de gol Kralı olması dileğiyle... 

14 Mart 2010 Pazar

Nasıl Sahaya İmza Atılır...


Kasımpaşa maçından sonra yazamadım bunu. Eskişehir maçını izledikten sonra da bir yazı hazırlamıştım ama onu da tamamlayamadım işlerimin yoğunluğundan. Yazma şansım olmuyor bu sıralar... Neyse fırsatım varken hemen tamamlayayım.

Kağıda imza atmayı hepimiz biliriz. Ama ya bizi harika şekilde anlatan bir imza atmaya kalksak ve bu kağıda olmasa... Acaba kendimizi ölümsüzleştirecek yıllar sonra hatırlanmamızı sağlayacak bir şey yapmaya kalksak ne yapardık? Bu dünyadaki her insan için zor bir soru aslında. Zaman su gibi akıp geçiyor. Biz ölümlü insanlar hayattaki rolümüzü tamamlayıp, göçüyoruz bu dünyadan...Arkamızda neredeyse hiç bir şey bırakmadan... 

Fakat Keita muhteşem bir şey yaptı... Son yıllarda ülkemize gelen en sempatik ve en yetenekli futbolculardan biri, belki de en oryantali. Galatasaray taraftarları yıllar sonra bu kareyi anımsayacaklardır. Keita'nın attığı ya da attırdığı golleri hatırlayamayabiliriz belki ama onun bu hareketini herkes hatırlayacaktır. 

Kanımca, Keita harika bir imza attı Ali Sami Yen'e. Sanki gökten geldi ve işaret ediyor birşeyleri. Farkına varın, diyor, bakın bu statta neler neler yaşandı ve yaşanıyor... Sizler! Farkına varın, diyor. Muhteşem bir takımın taraftarısınız bunu unutmayın, diye belirtiyor sanki... Bu sene son senesi Sami Yen'in... Keita, stadyumun son senesinde, bu harikulade imzasıyla noktayı koydu bence. Daha nicelerinin yeni Arena'mızda olması dileğiyle. 

1 Mart 2010 Pazartesi

Galatasaray-Kasımpaşa:4-1, Forvetli,Presli,Güneşli Günler ve Speedy Gonzalez



Atletico Madrid maçında pres yapmayan, ikili mücadelelere giremeyen, rakibin oyununu bozamayan ya da bozmaya bile çalışmayan bir orta saha vardı. Bu orta sahadaki oyuncular gitmiş, yerine mücadele eden, daha çok top kazanan, kazandığı topları verimli kullanan, ileriye doğru oynayan bir orta saha gelmiş. Öncelikle bu akşam buna çok şaşırdım. Tabi oynanan futbolu bu kadar etkin ve bol gollü kılan unsur sadece orta saha değildi. Sakatlıklar sonrası eksikliği oldukça fazla hissedilen, oynanmak istenen sistemin omurgasında, en uçta yer alan merkez forvet etkisini vurgulamak gerek. 

Bu akşam Jo Alves harikulade bir oyun sergilemedi ama Kasımpaşa forvetinin ve orta sahasının yaptığı baskılara rağmen, ileri doğru oynamaya çalışan orta sahanın, kendisine attığı topları ''Badem Gözlü Nonda'' (Kör Ölür Badem Gözlü Olur) gibi ezmedi. Arkadaşlarına doğru paslar atan, yaptığı koşularla hücumu etkin kılan, hücumda verimliliği artıran bir oyun sergiledi Jo. Bazı çapraz koşularda ve araya atılacak paslarda arkadaşlarıyla anlaşamamış olsa da bu durum zamanla olumlu yönde değişecektir. Sezon sonu takımda kalıp kalamayacağı ise, kalan 10 maçta Rijkaard'ın oynatmak istediği sisteme ne kadar adapte olacağı ile ortaya çıkacaktır.

Sezon başından buyana pek sık forma şansı bulamayan Ayhan bu akşam mücadeleci oyunu ile ''Ah be Ayhan daha önce neredeydin dedirtti'' bana. Bu akşam oynadığı futbola, en azından mücadele edişine sevinsem de daha önce bu performansını ortaya koymayıp formayı sırtına geçirmeyişinden dolayı oldukça kızgınım kendisine. Ayhan Akman orta sahada pres yapan bu defansif oyununu, çok etkin olmasa da hücum tarafında da verimli bir şekilde gerçekleştirdi bence. Topun ileriye taşınmasında ve pas trafiğini Topal ile birlikte doğru şekilde yapması sebebiyle, bence, bu akşam oyunuyla ön plana çıkan adamların başında gelir Ayhan. Pres yaparken, Ayhan'ın diğer arkadaşlarını da yönetmeye çalışması dikkatimi çekti. Bir bakıma orta sahada liderlik görevi üstlendi defans anlamında ön alanda. 

Madrid maçında son saniyelerde oyuna giren ve şu ana kadar oynadığı maçlarda çok verimli ve etkili bir oyun sergileyemeyen GSantos maçın adamıdır benim gözümden. Rakip takım orta sahamıza ve defansımıza rahatsız edici baskı yaptı. Zaten takımın en zayıf ve kilit noktası burası. Galatasaray baskı yediğinde, orta sahası sert ve mücadeleci ekiplere karşı siniyor, dikine oynayamıyor. İleride de top tutarak hücumu organize edebilecek, topu kanatlara yayacak, en azından orta sahanın ve defansın gördüğü baskıyı bir nebze olsun hafifletebilecek bir merkez forvet olmayışı da, rakibin baskısının etkisini artırıyordu. Sonuç olarak daha çok sinen bir takım hüviyetine bürünüyordu. Pas yapamayan, topu ileri taşıyamayan, ileri çıkamayan... Ortadan direkt ceza sahasına yönelen driblingleri rakip orta sahasının ve ileri oyuncularının pres dengesini bozdu. Bu akşam Gio dikine oyunuyla rakibin orta saha ve defans üzerine kurduğu baskıyı da kırdı. Bileklerine hakim çok çabuk ve hızlı bir oyuncu Gio dos Santos. Küçükken izlediğimiz çizgi filmdeki, Meksikalıların taktığı o geniş şapkayı takan fare gibiydi bu akşam. Arriba Arriba!!! Şaka bir yana daha da önemlisi defansa ve orta sahaya yardım eden mücadeleci yapısı. Ligde oynadığı maçlarda hücum konusunda çok eleştirilirken, değerli medyamızın über! yorumcularının gözden kaçırdığı nokta ise tam olarak buydu, defansa yardım ediyor oluşu. Fizik olarak çok kuvvetli değil Giovanni Dos Santos ama mücadeleci, rakibi rahatsız eden, pres yapan, top çalmaya çalışan defansif bir tarafı var. Bu akşam hücumda çok pozisyona girip gol atamasa da, mücadele olarak yaptığı işler kayda değerdi. Hele hele rakip sahada iki oyuncu arasında iken, herkesin topu kaybedeceğini düşündüğü anda, rakiplerinin itişlerine, formasından çekişlerine ve gözardı edilen faullere rağmen, topu alıp ikisinden de sıyrıldı.

Avrupa arenasından elenmemize bahane olarak, ''Badem Gözlü Nonda'' nın takımdan ayrılmasına sebep olan GSantos transferi için, birçok kişi ''Tu Kaka'' diyordu. Gerçekçi olmak gerekirse, şu an, her ne kadar iyi bir hücum hattına ve iyileşen savunmaya sahip olsak ta, bu orta sahamızla Avrupa'da çok fazla ilerleyemeyecek bir takım olduğumuzu biliyorduk aklımızın bir köşesinde. Hayal dünyasında yaşamayan her Galatasaraylı bu cümleme katılacaktır diye düşünüyorum. Bir kaç maça bakılarak değerlendirilen GSantos transferi, kendisinin bu performansını devam ettirmesi halinde, opsiyon hakkının elimizde olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, gerçekleşebilecek olası satın almanın, bu devre arasında yapılan bir diğer olumlu transfer çalışması olduğu gelecekte ortaya çıkacaktır. Lucas ve Gio Dos Santos. İkisi de iyi transferler olarak ön plana çıkıyor şu an. Tabi Kewell ve kenarlarda da oynayabilen formda bir Milan Baros takıma döndüğünde, takımdan kimi keserek formayı alır, ilk 11 de oynar, buna Rijkaard-Neskeens karar verecek.Şimdilik kendisine ''Speedy Gonzalez'' ismini takarak alkışlıyorum.

Takımda iyi oynayan oyuncuları bir bir yazıp övgü dolu sözler söylemek niyetinde değilim. Değinmek istediğim bir konu var: Kaptan Arda Turan. Takımın zaman zaman vites yükseltip iyi ve hızlı oynadığı dönemlerde, kendisinin bu iyi oyuna yetişemediğini, bu oyun tarzını karşılayamadığını düşünüyorum. Hızlı, topla fazla oynamadan, tek pasların konuşması gerektiği, açık futbolun oynandığı maçlarda takımın hızını kestiğini sezon başından buyana görüyorum. Bence set oyunu oynanan maçlarda, özellikle kapalı defanslara Arda Turan bir ilaçtır ama rakibin açık oynadığı maçlarda Arda topu ayağında fazla tutuyor. Galatasaray bazı maçlarda Bmw'nin yenilenen M5 modeli gibi. Saatte 305 km hız yapabilirsiniz Keita ve GSantos ile, 100 km hıza 4.4 saniyede ulaşabilirsiniz Elano'nun ve Caner'in uzun top kullanarak ayağa,önünüze paslarıyla ama Arda alınca sazı eline ''bazen'' o kadar yavaş hareket ediyor ve çalım atmak için o kadar çok uğraşıyor ki, otobanda M5 ile 60 km hızla gitmek gibi Galatasaray. Bazen karşılayamıyor Arda Turan'ın motoru Galatasaray'ın vitesini. Merak ediyorum bu konuda yalnızca ben mi böyle düşünüyorum diye...

Bu akşam Sabri'nin dönüşü ve yine topu göklere atması, maç sonu ise stada yine üçlü çektirmesi, Keita'nın taklası, harika golü ve Neill'in dikine derin pasları övgüye değer diğer güzelliklerdi.

Şampiyonluk yolunda ilerleyen takımın önümüzdeki maçlarda daha da verimli ve keyifli bir futbol oynayacağını düşünüyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...