30 Temmuz 2010 Cuma

Bir Kısa Film de Taraftardan...

Galatasarayımız yeni sezonun ilk resmi maçına çıktı. Hepimize hayırlı uğurlu olsun bu sezon. Takımın yanı sıra taraftarımız da son dakikalardaki kısa filmiyle resmi olarak ıslıklama sezonunu açmış oldu. Daha önce bir yazı yazmıştım, Elano hakkında. Görünen Elano'dan önce ıslıklayacak başka birini bulmuşlar. Mesaj açık: ''Aykut'a yediği golden dolayı teşekkürlerimizi bir borç biliriz''

UltrAslanlar 17 haziran'da kendi internet sitesinde bir açıklama yapmıştı ve bazı kararlar aldıklarını belirtmişlerdi. Buradan görebilirsiniz bu kararları. Biz bunlara bir göz atalım dilerseniz.

¤ Tribünümüzde lay lay lom türü, uyutucu, sıkıcı bestelerin önünü kesip, daha keskin, net baskı hissettiren bestelerin sayısını arttıracağız.

¤ Dünyada örnek olmuş bütün tribünlerin ses düzeylerinde düşüş olsa bile, alkışı hiçbir zaman bırakmadığını gözlemledik.Bunun için bu sene tezahüratlarımız esnasında alkışa daha fazla önem vereceğiz

¤ Kimsenin özel hayatı bizi ilgilendirmemektedir.Ancak, sesimiz kısılıncaya kadar desteğimizi göstermemiz gereken maç gününde, Galatasaray ismini bağıramayacak, etrafında olup bitenin ne olduğunu anlayamayacak, iki ayak üstünde durmayı beceremeyecek kadar alkol tüketip maça gelmek, kendi egolarını ve çıkarlarını önde tutmak ne Galatasaraylılık ne de ultrAslan duruşuna asla yakışmamaktadır.Bu şekilde maçlara gelenler, o günü eğlence ve bir sosyal aktivite gibi görenler Galatasaraylılık ve ultrAslan duruşu ve kimliği ile hareket etmemiş olacaklardır.Galatasaray sevdası sosyal bir aktivite değildir derken neyi kastettiğimizi umarız açıklayabilmişizdir.

Bu akşamki maçta, alınan bu kararlara oldukça uyulduğunu gördük. Özellikle uyutucu beste ile ilgili söyledikleri...Sonrasında Aykuıt'u ıslıklamaları...

Kendilerini ultra diye lanse edenlerin, alınan kararlardan haberleri yok anlaşılan ya da ultraslan'ın yerine başka bir takım taraftarı geldi maç izlemeye. O golleri Aykut yedi ama bir sorumlusu da ultrAslan bozuntularıdır. Kardeşim yeteri kadar bağırsaydın sende! Aykut'u ıslıklayacağına rakibi ıslıklasaydın evvelden. UltrAslan gittikçe rezilleşiyor, umarım kendilerini feshederler ve Aslantepe'de daha iyi bir taraftar oluşumu gerçekleşir.

Takıma gelince Ayhan ve Barış paratoner gibiler. Oynadıkları futbol tüm şimşekleri üstlerine çekiyor. Gerçek anlamda artık yolları ayırmanın zamanı geldi. Rijkaard'ın hala onlardan bir şeyler beklemesi inanılmaz kötü. Bizim gördüğümüzü Rijkaard'ın görememesi mümkün değil, peki ama neden hala bu adamlar takımda? Bunu oldukça merak ediyorum. Sarp belki fiziği ile defansif orta saha rolünü kulübeden gelerek devam ettirebilir ya da orta sahada oynayacak başka oyuncularla daha iyi olabilir zaman zaman ama onuda kulübede görmek isteyenlerimiz çoğunlukta olsa gerek.

Rövanş maçımız haftaya. Rijkaard ne yapıp edip bu takımın tur atlamasını sağlamalı, yoksa hem yönetimin hem kendisinin başı çok ağrıyacak. Turu geçer miyiz? Geçeriz ama bu orta saha ile mümkün değil. Bu takımın orta sahasında  artık başkaları oynamalı. Bugüne kadar olmadı bunu bir sene boyunca tecrübe ettik. Barış Ayhan ve Sarp üçlemesi ile artık devam edemeyiz, artık başka seçenekleri denemeliyiz. Bu A2'den Cumhur olsa bile, ki artık bu akşamki orta sahadan daha iyi olduğunu oynamadan gösterdi, Ayhan ve Barış yerine başkaları oynamalıdır. En acilinden yeni orta saha oyuncuları gerekli bu takıma. Jan Polak haberlerini duyunca hepimiz tepki gösterdik neredeyse ama şu bir gerçek ki, Jan Polak hem Ayhan'dan hem Barış'tan daha iyi oyuncu. 

Bilemiyorum neden Rijkaard'ın beğenilmeyen tüm orta saha oyuncularını bu maçta oynattığını. Yönetime bir şeyleri işaret etmek istedi. Bakın orta sahamızın transfere ihtiyacı var bu adamlarla sezon bitmez demek istedi belki de. Ama ilginçtir ki, yönetime kaleci transferi gerekliliğini gösterdi. Bu gece ıslıklanan Aykut'un da bundan sonra forma şansının az olmasını ummaktan başka çaremiz yok. En azından kendi adıma ultrAslan'ın tribünden futbolcu ıslıklamasını duymak istemiyorum artık. Bu beni çok üzüyor. Bundan sonra herkesin beklediği üzere umuyorum Ufuk kalede olacaktır. Fakat asıl üstünde düşünmemiz gereken, uzun süredir kaleci antrenörü olarak çalışan Nezih Boloğlu'nun kalecilere neler verdiğidir.Aykut'dan ziyade bunu sorgulamanın daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Bu geceyi bir daha yaşamamak üzere kapatalım ve umalım ki becerikli yöneticilerimiz orta sahaya iki güzel transfer yapsınlar. Bir forvete bir de kanatlara lütfen...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Mental Salaklık

Efenim, bir Galatasaray - Fenerbahçe maçı daha geride kaldı. Bazı aklı selim insanlar ile Rijkaard ve Aykut Kocaman haricinde herkes bunu savaş olarak görüyor. Alex de bunu gayet güzel açıklamış zaten. Tüm Galatasaray ya da Fenerbahçe taraftarları rakibiyle oynadıkları her maçı kazanmak ister, hem de fark atarak. Burası tamam ama birazcık akıl lazım bazılarımıza. Nitekim salaklığın başka bir boyutunu keşfettik: Mental Salaklık.

Caner Erkin'in geçen sene A.Madrid maçında 2 dakika arayla iki sarı kart görmesi, Keita'nın Carlos'a yumruk atması ya da dün akşam olduğu üzere Selçuk'un hakeme çelme takması sadece mental eksiklik olamaz. Bunun tanımı başka bir şey olmalı.

Futbol dedikleri gibi basit bir oyun olduğundan, sahadaki futbolcuların mental eksikliklerini net şekilde görebiliyoruz ancak futbolcuların ve teknik adamlar dışındakilerin mental sorunlarını görmek namümkün.

Nerden başlasam bu salaklıkları anlatmaya. Medya'dan mı, taraftardan mı, takımdan mı...

Yıllardır medyanın silikonlu yazarlarıyla körüklenen güya bir dünya derbisi var ortada. Bu bir futbol müsabakasından çok savaşa benziyor. Artık futbol olarak pek de keyif vermiyor. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama yıllardır Galatasaray top oynamaya çalışıyor. Birçok maça hep favori olarak çıkıyor, Genellikle kaybediyor. Sıklıkla ise oynatmamaya çalışan bir Fenerbahçe var. Türlü türlü çabalar, bel altından vurmalar dönüp duruyor ortalıkta. Saha içinde yapılanlar bir nebze profesyonellikle açıklanabilir. Rakibi sindirmektir amaç ne de olsa. Karşı takımda en çekindiğin oyuncuya sürekli kontrollü sert fauller yaparsın, sindirirsin, oynatmazsın. Rakibin en çekindiği oyuncu olarak sen de bunu bilip, ona göre oynarsın. Bilirsin rakip sana birazdan faul yapacak. Sende bunu avantaja çevirmeye çalışırsın. Sinirlenmezsin. Akıllı topçuysan profesyonelsen sinirlenmezsin, oyununa bakarsın. Galatasaray'daki oyuncular yıllardır bunu keşfedememiş olsa gerek hala daha rakip takımın oyuncularını öpüyor maç başlamadan. Rakip takımın kalecisi kıçıyla top tutuyor, seninle dalga geçiyor ama hala öpüyosun rakip takımı. Maçtan sonra rakip takım ne kadar centilmense sen de o kadar centilmenlik yap. Git o zaman öpersin. Senin başındaki teknik adam bunu dile getirmiş ama dinleyen kim?

Takımdaki oyuncuların birçoğu yıllardır genç. Liderlik bir yana yol göstericisi yok bu takımın. Sahada en iyi topa dokunan en iyi çalım atan kişi olmak ancak saha içinde oyunu kurmakta lider yapar futbolcuyu. Arda Turan'ın liderlik açısından katetmesi gereken daha çok mesafe var. Sadece iki kafa traş etmeyle olunmuyor kaptan ya da lider. Sanılmasın Arda Turan'ı sevmiyorum, eleştiriyorum ya da takımdan gitsin istiyorum. UltrAslan'ın geçen sene yaptıklarını ne kadar tasvip etmiyorsam, o seviyede olmayı da uygun görmem kendime ya da bir başkasına. Ancak şu gerçek ki, takımdaki genç oyuncularla birlikte, Arda'nın da mental olarak zayıf olduğu ortadadır. Mental salaklık demiyorum, zayıf diyorum aman yanlış anlaşılmasın. Ama kıçıyla top kontrol eden, sahanın içinde çukur kazan, her türlü pisliği profesyonellik adı altında yapan bir elin parmaklarını geçen sayıda topçusu olan takımı maç başlamadan önce öpmemelisin, öptürmemelisin. Hele hele başındaki hoca böyle söylemişse bunu da yapıyorsan bunun adı eksiklikten salaklığa kayar.

Ancak, Arda dün akşamki oyunuyla ne kadar gelişmeye açık olduğunu gösterdi. Şutlarını hiç beğenmezdik, bunu da geliştirmiş. Hazırlık maçlarında kaleye attığı şutlar ile, dün geceki serbest vuruşları bunun göstergesi. Saha içi değil de saha dışındaki Arda'yı beğenmeyenler olabilir ama Türkiye'de futbolcuların tümden cahil olduğu bir ülkede en doğru düzgün Türkçe konuşan, efendi bir kişiliğe sahip futbolcudur Arda Turan. Arda'nın kaptan olması Galatasaray adına en doğru seçimdir bu arada. Galatasaray da Hakan Şükür model olarak nasıl sevildiyse herkes tarafından, Arda Turan da öyledir. Ancak bu Arda'nın liderlik vasıfları olduğu anlamına da gelmiyor maalesef. Arda bu liderlik niteliklerini derhal kazanmalı. Saha içi ve dışındaki hareketlerine bunu da eklerse Türkiye'nin yeni Metin Oktay'ı olur kanımca. Neyse.

Dün gece takım otobüsü trafiğe takılmış taraftarlar imza istemiş, takım otobüsten inmemiş daha sonra taraftar ve Arda arasında gerginlikler olmuş, Arda hareket çekmiş, sonra aşağı inmiş, cevap vermiş, itişme kakışma olmuş vesaire vesaire... Yukarıda adını koyduğum ama tam olarak tanımını yapmadığım bir durum var. Onu da burdan izleyebilirsiniz.

Her ne sebeple olursa olsun takım otobüsünden inmemesi gerekirdi Arda'nın. Bu tamamiyle gereksiz. Aşağıdaki insanların halet-i ruhiyesini bilemezsin. Sarhoşu olur, hırlısı olur hırsızı olur. Takım galip gelse bile inilmemesi lazım o otobüsten. Rakip takım taraftarı olur, bir laf söyler yine tartışma çıkar. Bunlara gerek yok. Taraftar sana hareket çekip, küfür ettiyse, çıkarsın medyanın karşısına anlatırsın.

Geçen sene bana yapılanlar ortada. Dün gece de böyle oldu. Takım otobüsünde iken küfür ettiler hareket çektiler vesaire. Çağırırsın medyayı zaten haber arıyorlar. anlatırsın. Dersin ki bu böyle olmaz. Gerekirse  eğitirsin taraftarı. Dersin ki Türkiye'de taraftarlar bu maçı savaş olarak görüyor bu yanlış altı üstü bir hazırlık maçıydı. Fenerbahçe 11 kişi olsa da biz daha iyi oynayacaktık, zaten nitekim öyle de oldu, biz daha iyi oynadık. Kazanamadık olsun. Gol atamadık sadece. Hhazırlanıyoruz, hocamız bizlere birçok şey öğretiyor biz de bunu uygulamaya çalıştık dün akşam. Dün akşam sonuç için değil hocamızın verdiği ödevleri uygulamaya çalıştık. Aramıza yeni katılan arkadaşların uyum süreçleri devam ediyor... Taraftarın bu davranışları artık bırakması lazım dersin kaybedebiliriz, kazanabiliriz ama taraftarımızın Fenerbahçeli Bilica'ya benzemesini istemiyorum dersin. Ve bu olay son olur biter, bıçak gibi kesilir bu davranışlar bu benzetme ile. Galatasaray'ı destekleyen binlerce milyonlarca insan var. Sen hakaret küfür gibi davranışları bir sözünle ortadan kaldıracak kapasiteye sahipsin aslında Arda Turan. Bugün Arda Turan gitse ultrAslanlarla bir yemek yese küfür etmeyin dese bakın ne olur. Aslında Arda Turan nelere sahip olduğunu net olarak anlamış değil bence. Madem Arda aynı zamanda en az herkes kadar Galatasaray taraftarı, Sabri'nin amigoluğunu elinden alsın, yön versin taraftara. Ama işte sadece bu liderlik vasıfları olan bir oyuncu da olur. Buna rağmen Arda hala gelmiş geçmiş en iyi kaptanlardan olmaya aday. Ama geliştirmesi gereken sadece şutları değilmiş haberi okuyunca bunu farkettim. Arda bundan sonra rakip oyuncular dahil taraftarlarla polemiğe girmemeli. Saha içinde ya da dışında...

Taraftarımza gelince. En çok taraftara sahip olan Galatasaray maalesef en berbat taraftarlara da sahip. Arda'yı, Franco'yu ıslıklayan, Florya'yı basan, takım otobüsüne saldırması potansiyel, futbolcularına küfür edebilecek bir takımın taraftarlarının çoğunu tanımlamak için Mental Salaklıktan da öte bir tanım gerekiyor. Üzüldüğüm nokta ise Rüştü'yü döven bir takımın taraftarından artık hiçbir farkımızın olmayışı. Ayağa kalkmayan fenerli olsun tezahüratının da bir anlamı artık yok. Çünkü dün akşam takım otobüsündeki oyunculara hakaret eden küfür eden insanlar, Arda'yı Franco'yu ıslıklayanlar ile Arda'yı sinema kapatmasından ve özel hayatından dolayı eleştirenlerin Bilica'dan hiçbir farkı yok.

Taraftar profili değişecek deniyor. UltrAslan'ın sitesinde yazıyor. 17 haziran'da bir takım kararlar almışlar yayınlamışlar. Bakalım göreceğiz.

Medya'ya gelince. Kolpa basın mı desek ne desek bilemiyorum. Aslına medya ya da basın kelimesinin suçu yok. içini dolduran kişilere laf söylemeli. Birçok kişi NtvSpor'u takip ediyor. Sebep? Fanatik, fotomaç gibi abuk sabuk Hürriyet gibi şarkıcıların, fikir adamlarının futbol yazdığı bir gazete yerine NtvSpor takip etmek çok mantıklı. Kabul edelim Ntv hangi işe el attıysa çok güzel işler çıkarıyor. Ancak Ntv yönetiminin reyting kaygısı futbola yansımış artık bunu anlamamak için saf olmak gerek.

Ntv'de herkesin takip ettiği bir adam var Rıdvan Dilmen. Sergen Yalçın ise bu isimle yarışır. Bu iki isim futbolcuğunda büyük yetenekti. Rıdvan'ın oynadığı maç sayısı ortada, teknik adamlık kariyeri ortada ve bu adam futbolla ilgilenen kişiler tarafından en iyi yorumcu ilan edilmiş. Bu adam yılda kaç kez İngiltere'de oynanan bir lig maçı izliyor acaba? ''Neydi adı Gültekin'' diye dalga geçiliyor. Sorduğu kişiler Fransa, İngiltere liginden adamlar olsa bir nebze anlaşılır ama adam bizim ligdeki adamları soruyor.O kadar cahil. Ben takip etmiyorum kendisini. Twitter'dan takip ettiklerim yazmışlar. Aynen şöyle demiş Rıdvan

"Cana'nın Sarp'tan fazlası yok, eksiği olabilir"

Daha önce ise Baros hakkında söylediği

"Nonda 1, Ümit Karan 2, Baros ancak 3.santrfor olabilir''

Şimdi NtvSpor bu adamları hangi akla hizmet kanalında yorumcu diye tutuyor? Sergen Yalçın da dahil olmak üzere bu adamların İlker Yasin'den ya da Ercan Saatçi'den bir farkı yok.

Benim söylemek istediğim şey şu:

Bu adamlar gitsinler Pclion, Borges, Flying Dutchman ve ismini saymak istediğim diğer kaliteli blog yazarları dönüşümlü program yapsınlar. En azından izlemeye değer bir şey olur. Bu adamların spor medyasına yönetmesine yön vermesine izin veren gazete kanal yöneticileri bunu ticari amaçla yapıyor olabilir. Ancak bu ismi geçen kişilerin bu şekilde konuşuyor olmaları daha büyük mental salaklık değil mi? Değil mi Gültekin? Hele hele bizler bu adamları takip edecek ve otorite kabul edeceksek onlardan daha salak değil miyiz?

Şu son maç gösterdi ki, Rijkaard'ın kovulmasını isteyenler seslerini daha yüksek çıkarmaya başladı.
Bu da aramızda ne kadar Hıncal ne kadar Rıdvan cevherleri olduğunu gösteriyor.

Umarım Galatasaray takımı mental olarak bir üst seviyeye çıkar ve artık saha içinde dönen kirli oyunlara rağmen şu feneri evire çevire yener. Yoksa Rijkaard'ın takımda kalma şansı azalıyor. Rijkaard'ın Arda'yı daha iyi bir noktaya getireceğini düşünüyorum.
Gelişmeleri daha iyi izleme şansımız olacak sezon açılınca.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Fuck You!



Hoşça kal ya da Güle Güle'nin turşusunu kuran ve turşunun tadına bakmayanlara armağan ediyorum bu şarkıyı.

Kimse kusura bakmasın ama bazen deli ediyor insanlar beni. Yahu, bye bye diye bir kelime mi var allahaşkına. Sanki anadilimiz ingilizce. Anaları babaları geçtim, şimdiki anneanneler, babaanneler bile torunlarına bye bye demeyi öğretiyorlar artık.

- ''hadi bye bye de abiye''

Sorsanız bu insanlara ingilizce hangi kelimeleri biliyorsunuz diye, bir iki tane söylerler ama içlerinde bye bye kelimesi olmaz emin olun. Böyle bir Türkiye, böyle bir Türkçe ile geleceği yaşamaya çalışıyoruz.

Ben küçükken benim büyüklerim bana güle güle dedirtmeye çalışırlardı, hayal meyal hatırlıyorum. Ne oldu da benim yaşıtımdaki insanlar evlenince çocuklarına bye bye dedirtmeye başladı? Ne oldu da telefonda konuşmamız biterken bye bye demeyi alışkanlık haline getirdik?

Bye bye deyince çok mu modern oluyorsunuz? Çok mu asil ya da çok mu farklı oluyorsunuz diğer insanlardan? Geçen gün denk geldim, adamın üstü başı rezalet elinde telefon konuşarak yürüyor. Kırk - kırkbeş yaşlarında, Anadolu'nun çıplak bağrından kopmuş gelmiş, çok belli. Telefonu kapatırken söylediği o sözler: ''Görüşmek üzere, bye bye''

Yeni yetme bir kız çocuğu olsa tamam diyeceğim, özenti işte. Ama öyle değil. Bu amcamın bye bye demesi mi yoksa, bye bye'ın ülkemde telefon kapatılırken söylenmesi gereken bir söz olarak benimsenmiş olması mı daha ironik, bilemedim.

İlkokul seviyesindeki çocuklara, telefona cevap verirken ve kapatırken hangi sözler kullanılır diye soru sorsak, alacağımız cevap belli: Alo, bye - bye.

Lütfen etrafınızdaki insanları uyarın. Türkçe'de bye bye diye bir kelime yok, bunun yerine daha güzel iki kelime var.

Güle güle ve Hoşça kal.

Bu kelimeleri kullanmaya özen gösterin ve kullandırın, yoksa ben size şarkıdaki gibi, Fuck You Very Much
diyeceğim.

not: şarkı pek hoşuma gitti.

11 Temmuz 2010 Pazar

İstatistik Zamanı Gelmedi mi?

98, 2001 Nba oynayan var mı bilmiyorum ama nasıl Fm / Cm ya da Pes oynamanın bir tadı varsa, benim için de ekranın başında Nba oynamanın da ayrı bir zevki vardı geçmişte. Hep Houston Rockets'ı seçerdim, Clyde Drexler'e, Charles Barkley'e, Hakeem Olajuwan'a bayılırdım çünkü. Maçlardan sonra onların ve takımın istatistiklerine bakardım. Matt Maloney'i asist, Charles Barkley ve Olajuwan'ı rebound, blok ve Clyde Drexler'i sayı kralı yapmaya çalışırdım. Top çalmaya kadar istatistikleri incelemek hoşuma giderdi.

Eğer NBA'de hangi oyuncunun, hangi takımın nasıl bir performans gösterdiğini merak ederseniz NBA.com'a girip rahatlıkla görebilirsiniz. Bu çok profesyonelce bir yaklaşım açıkçası ve istatistikler sayesinde oyuncuların gerçek performanslarını, yeteneklerini, kaliteleri hakkında kesin yargılara ulaşmanızı sağlıyor. Yoksa nereden bilebilirdik  Micheal Jordan'ın kariyer sayı ortalamasında (normal sezonda 30.1, Play-off'larda 33.4) tüm zamanların en yüksek ortalamasına sahip oyuncu olduğunu. Tabi bu sadece NBA ile sınırlı bir uygulama değil, dünyanın neredeyse tüm basketbol liglerinde süregelen bir uygulama.

İşin futbol kısmı beni daha da çok ilgilendirmişti. Blog yazmaya niyetlendiğim ilk zamanlardı. Bir Galatasaray maçı bitmişti ve üzerine bir şeyler karalamak istiyordum. Bazı oyuncuların performanslarını beğenmemiştim takımda. Onlarla ilgili öznel düşünceler yerine istatistiklerden faydalanmak istedim. Hani şu devre aralarında ekrandan gözükenlerin oyuncu bazında yapılmış olanlarından. Ama mümkün olmadı.

Araştırma yapmıştım ama neredeyse hiçbir sonuca ulaşamamıştım. Sağolsun PClion bu konuda bir bilgi vermişti. Fstats'dan bahsetmişti. Sevgili Uğur yazısında yeni transferimiz Lorik Cana ile ilgili pas istatistiklerine değinip, bu linki paylaşınca, benim de bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Futbolda özellikle bizim ligimizde istatistiklerin bir anlamı yok aslında. Misal Keita'nın atacağı bir çalım ya da bir gol, onun maç boyunca kaç isabetsiz pas yaptığından ya da kaç kez top kaybettiğinden daha önemli bizler için. Herkes attığı çalımları, taklaları konuşuyor arkasından ama sezon boyu kaç isabetli orta yaptığını hiçbirimiz bilmiyoruz ya da tüm sezon ortalama ne kadar koştuğunu. Bunun gibi bilgilere kolayca ulaşabiliyor olsak acaba kaçımız Keita'nın gidişine tepki gösterirdi? Anlaşılan Rijkaard bu bilgilere sahip ve böyle bir karar almış. Eee, ne de olsa memur hoca, ne anlar futboldan Rijkaard. Neyse...

Üniversite'de iken fakültenin basketbol takımında antrenmanlarda bile, kendimin ve arkadaşlarımın kaç top çaldığını aklıma yazmaya çalışırken, konu Galatasaray ve sorunlu bölge orta saha olunca, geçen sezon yana yana Elano'nun ve Mustafa Sarp'ın top çalma istatistiklerini aramıştım. Elano için çatlak seslerin başladığı bir dönemde böyle bir istatistiğin kıymeti büyüktü gözümde. Çünkü, cahil cühela futbol yazarlarının bol keseden dağıttıkları sıkıntı var ya da yabancı futbolcu adapte olamadı, dünya kupasına kendini saklıyor nidalarını ortadan kaldıracak bir bilgidir bu istatistikler. Hatta Amerikalıların bir sözü var. Yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi: İstatistikler yalan söylemez. Futbol bütünüyle bir istatistik oyunu değildir, kesin matematik hesapları yoktur elbette ama orta sahanızın pas isabet yüzdesini, defansınızın hava toplarındaki hakimiyetini, forvetlerinizin şutlarını, kanat oyuncularınızın ne kadar efektif orta yaptığını bilmek, Keita'nın attığı goller ya da yaptığı asistlerden daha değerlidir.

Türkiye'de bu konuyla ilgili bir tek Fstats var görünen. Dört farklı üyelik hizmeti sunuyorlar ve ücret karşılığı bilgileri paylaşıyorlar. Buna söylenecek bir şey yok elbette, ticari bir kuruluş ne de olsa. Bir teknik adam ya da scout gibi futbolun cephe kısmında değilim, kendi çapımda naçizane fikirlerimi yazıyorum bu sayfadan. Bu yüzden hayati derecede ihtiyaç duymuyorum bu istatistik hizmetine. Ancak bu bilgiler halka açık olsaydı, oyuncuların kalitelerini görmek ve bilgilenmek açısından tavan yapardık.

Benim sözüm asıl federasyon'a. (Kulüp başkanları gibi hissettim şimdi, dur hazır elime geçmişken sallayayım federasyona, çok bilgiliyim ya) Keşke NBA'deki gibi bir organizasyon olsa ligimizde. İnternete girip Mustafa Pektemek'in şut yüzdelerini, Alex'in pas yüzdelerini, Üzülmez'in top çalma sayısını görebilsek... Kimin daha başarılı olduğunu bilebilsek.

Yeni bir şampiyonumuz var artık ligimizde. Anadolu kulüplerinin vizyonları gelişmeye, değişmeye başladı. Türkiye'ye gelen yabancıların kaliteleri gün geçtikçe artıyor. Anadolu kulüpleri bile daha üst seviye yabancı transferleri yapar oldular. Yayın gelirleri oldukça arttı... Oluşan bu yeni kalite ortamında tüm istatistik detaylarının, federasyon tarafından düzenli ve objektif olarak kayıt altına alındığı ve açıkça yayınlandığı bir lig, kaliteyi bir üst seviyeye taşımaz mı? Gelişen teknolojik imkanlarla birlikte bu düşüncenin hayata geçmemesi için bir sebep göremiyorum.

The Guardian'ın ingilizlere sunduğu hizmeti, bizim de hak ettiğimizi düşünüyorum. Zihniyet olarak ''sıkıntı var'' olsa da, (bkz. Sergen Yalçın) bizim İngilizlerden neyimiz eksik? Madem bu futbolun alıcıları bizleriz, o zaman ligimizin detaylı istatistiklerinin yayınlanması zamanı da gelmiştir.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Dünyanın En Renkli Meleği


Dünya kupası boyunca çeşitli milliyetlerden pek çok güzele denk gelmişsinizdir. Benim dikkatimi ise bu güzel melek çekti. Bakalım İspanya'ya karşı Hollanda'nın meleklere ihtiyacı olacak mı?

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kaptan Kim Olacak?

Blogları ve yorumları okuyorum. Aşırı bir mutluluk havası hakim. Ben de dahil olmak üzere Galatasaraylılar oldukça sevinçli. Sonuçta bu sezonun ilk yabancı transferimizi duyduk. Ama bu sevincin daha önemli bir sebebi var. O da, bu transferin tıpkı Lucas Neill gibi nokta atışı bir transfer olması.

Sinemalarda yer gösteren çocukları andıran şekilde, rakip orta saha oyuncularına eşlik eden Mustafa Sarp bu sene daha da göze batacaktır. Bu transferin bende yarattığı diğer sevinç sebebi, Sarp'ı daha az izleyecek olmamız. Umarım böyle olur. Rakip orta sahalara karşı dominasyonu sağlayacak ilk orta saha oyuncumuza kavuştuk çok şükür. Artık herkesin diline yapışan box-to-box orta saha transferini de bekliyoruz bir taraftan.

Lorik Cana (Tsana diye okunuyormuş bu arada) 24 yaşında Marsilya'da kaptanlığı almış, Sunderland'e gitmiş daha ilk senesinde yine kaptanlık pazubandını takmış hırslı bir oyuncu. Diğer taraftan Lucas Neill'de Avustralya milli takımının kaptanlığını yapan başka bir hırs küpü. Lucas Neill'i da biliyoruz, o da, sarı kırmızı formayı giymeden önce kaptanlık yapmıştı.

Lucas Neill geldikten sonra özellikle defansı toparlamaya çalışmış, maçlarda sık sık seslenir olmuştu arkadaşlarına. Liderlik vasıflarını hemen yansıtmaya başlamıştı. Yine aynı nitelikte bir oyuncu kazandık. Takımda liderlik yetenekleri olan, mücadeleci, hırslı oyunculara sahip olmak Rijkaard'ın saha içinde işini kolaylaştıracaktır. Bu konunun oldukça önemli olduğunu muhtemelen yaşayarak göreceğiz bu sezon.

Ancak yaklaşan bir tehlike var belki de. Amacım felaket tellallığı yapmak değil ama malumunuz bir yabancı düşmanlığı vardı ortalıkta. Transfer sezonunda pek hissetmiyoruz ama sezon açılsın küçük hakanlar coşacaktır yine. Uğur Uçar'ın söylediği bazı sözlerin dedikoduları dolaşıyordu ortalıkta geçmişte. Nitekim Uğur Uçar'ın transfer sonrası söylediklerini de biliyoruz.

Arda'nın da gizliden gizliye Uğur Uçar ya da Hakan Ünsal çizgisine yakın düşünceleri varsa sorunlar bizi bekliyor olacak. Özellikle sürekli forma şansı bulamayacak bir Servet'in sorun yaratmaması için de bir sebep göremiyorum.

Arda'nın kaptanlığı çok eleştirilmişti geçtiğimiz sezon. Şimdi arkasında hem Lucas Neill hem de Lorik Cana varken, geçtiğimiz sezon gibi olursa, sürekli oyundan alınıyor olmasından dolayı kaptanlık pazubandını devrediyor oluşu, devrettiği kişi ve liderlik vasıfları, geçtiğimiz sezona kıyasla daha da çok tartışılacak. Diğer yandan oynamayan ikinci kaptan Ayhan Akman'ın da kaptanlık geleceğini merak ediyorum.

Neyse güzel şeyler düşünelim güzel olsun. Yeni bir transfer haberi daha kapıdayken transferin tadını çıkaralım. Lorik Cana Galatasarayımıza hayırlı olsun.

Bu arada belki hayal ürünü olacak ama sonuçta paranın hükmettiği futbolda imkansız diye bir şey yoktur. Lugano'nun 3.5 milyon avro getirmesi halinde serbest kalma opsiyonlu sözleşmesinin değerlendirilmesi ve Lugano'nun Galatasaray'a kazandırılması, rakip takıma atılmış gelmiş geçmiş en güzel çalımlardan biri olabilir. Bu durumda, rakip takım taraftarlarının ve yönetiminin yaşayacağı psikolojik tahribat anons skandalından bile beter olabilir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...