28 Ağustos 2010 Cumartesi

Pastanın Kreması: Nerde Bu Kaptan Dedikleri?

Üzüldüm elenmiş olmamıza, her Galatasaraylı gibi benim de içimden bir parça koptu maç sonrasında. Çok üzgünüm. Müthiş sinirlendiren ve bir o kadar hüzüne götüren bir sonuç...

Diğer takım taraftarlarını kızmasın ama biz Sarı Kırmızı aşıkları Avrupa'dan her elendiğimizde bir başka kederleniyoruz. Diğer takım taraftarlarına kıyasla Avrupa maceralarımızda aldığımız kötü sonuçlar bizleri daha çok üzüyor. Hele hele bu şekilde elenmek... Bu satırlar Uefa ve Süper Kupa sahibi olduğumuzdan değil, Arif'in, zamanında Manchester'a attığı golden sonra hissettiklerimize uzanır. Sonrasında mücadele edilerek kazanılan muhteşem zaferlere gider bu hüznün sebebi...

Çalışıyorum bu sıralar, mesleğimi icra etmekteyim fakat aklımda iki şey var; biri sevgilim biri de öbür sevgilim. Biri üzgün ondan uzak olduğumdan, diğerinin içinde ise fırtınalar kopuyor. Halbuki denizin ortasında olan ve fırtınalarla karşılaşması gereken benim.

Dün gece yaşlı Afrika kıtasına yaklaşırken, büyük uğraşlar sonrasında zar zor çeken antenimizi ayarlamaya çalıştık. Biz denizciler her şeyden mahrum yaşarız denizdeyken. Bazen aylar öncesinin gazetesini buluruz satır satır okuruz, bazen gemiye yeni katılana sorarız ülkede olup bitenleri. Dün gece ise güzel bir şölen vardı salonumuzda. Trabzon'un golüne sevindik çoşkuyla, sonra yenilen gollere ‘’tüh’’ dedik hep bir ağızdan, takdir ettik, beğendik Şenol Güneş’i.

Ve sonrasında Galatasaray...

Önce Fenerbahçetv'yi, derken Sportstv diye bir kanalı bulduk. Her kanal çekmiyordu zaten. 3-4 kanal dışında hiçbirini izlemek mümkün değildi. Fenerbahçetv ile sportstv bizim için cennete varmak gibiydi. Maçlar bitmek üzereydi ve Galatasaray'ın golü geldi, ardından yediğimiz bir gol...

Sportstv'de izledim bizim maçın geniş özetini. Ali Turan'ın kafasına tekme yediği ve sonrasında gelişen olaylar çok dikkatimi çekti. Heyecan ve kahır içinde maçın özetini izlerken, çok önemli bir şey farkettim.
Ali Turan yerde kıvranıyordu, birkaç rakip takım oyuncusu vardı orada. Ekranda Lorik Cana ile Lucas Neill'in forma numaraları vardı bizim takımdan. Arda Turan ise yoktu, göremedim onu... Pozisyonu hakkıyla izleyemedim ama kafasına darbe almış bir takım arkadaşını savunan iki adamı görüverdim ve bunların içinde Arda Turan yoktu. Peki nerdeydi bu kaptan dedikleri?

Öğle civarı limana vardım, demirledik. İşlerim bittikten sonra, zar zor çeken gprs bağlantısı ile gördüm ki, bizim ''Kaptan'' dediğimiz Arda Turan, ülkeye döner dönmez takım otobüsü yerine taksiye binmiş, meçhule doğru yola çıkmış.

Ben bir denizciyim, kaptanım. Gemide bir kural vardır. Gemiyi terk kararını ancak ve ancak Kaptan(Süvari) verir ve filikaya en son o biner. Bir gemi batarken, gemiyi ilk önce fareler terk eder, derler. Doğrudur.

Arda Turan'ı severdim her Galatasaraylı gibi ama artık kendisi ''Takım Kaptanı'' olmadığını, olamayacağını ispatladı. Her ne sebeple olursa olsun o da diğer oyuncular gibi takım otobüsüne binmeliydi. Arda Turan ne kadar yetenekli, ne kadar 10 numara, ne kadar takımın birinci kaptanı olursa olsun, diğer oyunculardan hele hele takıma yeni katılan Musa Çağıran'dan ya da altyapıda yetişen Emre Çolak'tan bir farkı yoktur ve hepsiyle herkesle eşittir, öyle olmalıdır. Öyle hissetmelidir de.

Dediğim gibi izlediğim o pozisyon bir özetti ve maçı tam olarak izleyemedim belki Arda oraya gelmiştir ama takım otobüsüne binmeyip, kendisini arkadaşlarından ayrı addeden bir adam Galatasaray'ın Kaptan'ı olamaz olmamalıdır. Küstahça ben bu takımın ikinci kaptanı olmam demek ise haddine değildi zaten.

Bunu yazmak istemezdim ama Arda dün geceki davranışıyla şu sözlerimi haketti:

Top toplayıcı bir çocuktan Galatasaray Kaptanı olmaz, olursa böyle olur. Bu tıpkı gemiye yeni katılmış bir miçonun Gemi Kaptanı (1.kaptanı, Süvari) olmasıdır.

Arda Turan türk futbolunun son yıllardaki en büyük yeteneği olabilir ama sonunun bir Sergen ya da bir Rıdvan olması oldukça muhtemeldir, görünen.

Rijkaard genç futbolcularını mental olarak yetiştirmekte oldukça başarılı bir teknik adam olsa da, kılavuzu Rıdvan Dilmen, Emre Belözoğlu gibi kargalar olan futbolcu Ali Sami Yen'de ya da Aslantepe'de daha da ıslıklanmaya müstehaktır.

Yeni formaların lansmanı yapılan kısa filmlerde ise büyük bir yanlışlık yapıldığını düşünüyorum. Pembe forma'yı Kewell'a değil Arda Turan'a giydirmeleri gerekirmiş meğerse. Küçük bir kız çocuğu gibi zırt pırt küsen ve antrenmana çıkmayan bir futbolcuya ancak pembe forma yakışırmış zaten.

Belki ağır oldu yukarıdaki cümleler ama kendisini herkesten fazla Galatasaraylı ilan eden, 10 numaralı formanın takımda sadece kendisine uygun olduğunu düşünen, Fatih Terim sonrasında görüp görebileceğimiz en yeni megolamanımıza daha güzel cümleleri dizmek bu kaptanlık performansıyla mümkün değil, bundan sonra Messi olsun isterse. Arda Turan futbol açısından Mental Salaktır. Sebebi de ondan daha fazla para kazanabileceğini düşünen ve bu yüzden ona kaptanlık veren, egosunu şişiren manevi babası Adnan Polat’tır.

Tüm bu olup bitenlerin gerçek sorumlusu ne Rijkaard ne de Arda Turan kaptanlığındaki yeniçerilerdir. Bu ahvalde kendilerine ultra diyenler dahil herkesin bir payı vardır elbette, ama bu lezzetsiz pastanın en büyük dilimi Adnan Polat’a aittir. Ama bu lezzetsiz pastayı nedense hep biz yiyoruz son 10 senedir.

Beni asıl üzen nokta; Galatasaray'ın Tugay, Bülent Korkmaz, Hagi gibi idol olabilecek yeni bir değerini, daha büyümeden yitiriyor olması.

Ne yapalım bu da pastanın kreması işte.


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...